Lütfü Şehsuvaroğlu'nun Kafes Filmi Hakkındaki Röportajı

Batuhan Çolak Röportaj

ÜLKÜCÜ SiNEMANIN iLK ESTETiK KAYGISI: KAFES

 

 BATUHAN ÇOLAK: 2 Ekim’de Kafes filmi vizyona giriyor. Hemen her kesimden sinemasever heyecanla bekliyor. Özellikle de ülkücüler… Heyecanlı mısınız?

 

 Lütfü Şehsuvaroğlu: Elbette, o yüzden filmi kurgudan sonra bütün olarak izlemedim. Sinemada seyredeyim diye… 

Heyecanlı olmaz mı insan? Kırk yıllık rüyamız sinemamız…

 

Çolak: Galaya gitmeyecek misiniz?

 

 Şehsuvaroğlu: Gala herhalde İstanbul’da olur. Tabii ki gitmeyeceğim. Zira en büyük salon bin kişi alır. Şimdi “beni niye galaya çağırmadın” der insanlar. On bin, yüz bin kişi belki daha fazla galaya çağırmam gereken insan var. Onları alacak salon yok maalesef… O yüzden ben de Ankara’da komşuları alıp bir sinema salonuna gideceğim.

 

SİNEMA HAYALİMDİ

 

 Çolak: Bir stadyum tutabilir ülkücüler, ya da spor salonu…

 

 Şehsuvaroğlu: Ha, teklif eden oldu. Mesela Taş Medreseliler Başkanı “abi sırf bizim gideceğimiz bir büyük sinema salonu ayarlayalım, ya da spor salonu; filmi orada hep beraber seyredelim” dedi, sağ olsun.

 

 Çolak: Daha önce birkaç deneme oldu ama ilk defa sanatsal ağırlığı olan bir sinema filmi ülkücüler adına gündeme geldi. Sinema nereden aklınıza geldi?

 

 Şehsuvaroğlu: Sinema bizim için ilk defa gündeme gelen bir şey değil. Bu yedinci sanat üstüne 12 Eylül’den önce de ocak olarak girişimlerimiz oldu. TÖMFED adında bir kuruluşumuz vardı. Sonra tiyatro etkinliklerimiz oldu. Kürşad İhtilali, Bir Yabancı, Hamalın Dramı gibi oyunlar sahneye kondu. Rahmetli İsmet Hürmüzlü, Ensar Kılıç, Yağmur Tunalı, Haşim Akten, Muzaffer Şenduran ilk aklıma gelenler… Sonra Oğuzata Altaylı vardı yönetmenimiz olacaktı. Belki rahmetli Yücel Çakmaklı’ya çektirmeyi düşünüyorduk. Bir senaryo yazdım o vakitler. Doktor. Ülkücü fedakâr bir doktor Güneydoğu’ya hizmete talip oluyor. Gönüllü ve karşılıksız insanları iyi etmeye gidecek. Vatan aşkıyla dolu… Ama olmadı işte… Sonra İhtilal…

 

78'DEN SONRA DÜĞMEYE BASTILAR

 

 Çolak: İhtilal öncesi bir film var aslında onu unuttunuz mu?

 

 Şehsuvaroğlu: Unutur muyum? ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’, 12 Eylül’e götüren süreci sanki tetiklemiş gibi. Bu filmi perdeye yansıtan bütün sinema salonları bombalandı o zamanlar. Suluova’da sinema salonuna konan bomba ile dört kardeşimiz şehit oldu. Aslında film Rusya’ya daha doğrusu Komünist Rusya’ya teslim edilen insanların hikâyesi idi. Bu bile rahatsız etti. Fakat ne yazık ki işte 1978 yılından sonra düğmeye basanlar her şeyi provoke ettiler.

 

 Çolak: Sol sinema 12 Eylül’den bu yana çok dizi ve sinema filmi çekti. Bunlardan ilk akla geleni, Hatırla Sevgili, Öyle Bir Geçer ki Zaman, Beynelmilel, Eve Dönüş, Babam ve Oğlum… Hepsinde ülkücüler kaba, nobran ve hani sizin hep tenkit ettiğiniz bir Yüzüklerin Efendisi’nde Türkleri tarif eden Org’lar gibi gösteriliyor. Annesi, babası yok, sevgilisi yok, katil ve cahil… Bu anlamda bir estetik rövanş söz konusu mu?

 

 Şehsuvaroğlu: Öyle bir rövanşa hakkımız var şüphesiz. Bu haksızlığa başından beri tahammül ettik. Fakat bizim sinemamızda intikam, kin, rövanş alma duyguları yok. Bizim hikâyemizde devrimcilerin tamamını kötü, kan içici gösterme yok. Aslında bu bir 12 Eylül hikâyesi. Fakat bütün kesimlerin dramını içeriyor. 68 kuşağının, 78 kuşağının dramıdır ele aldığımız. Dursun Önkuzu’nun katledilmesinden başlıyor, Mustafa Pehlivanoğlu’nun idamına kadar gidiyor.

 

İki garibanın hayatı

 

 Çolak: Sevgili ağabeyim, bana bundan dört beş yıl önce gösterdiğin senaryoya göre hikâye bugüne kadar uzanıyordu. Değiştirdiniz mi?

 

 Şehsuvaroğlu: Ha sen onu biliyorsun tabii.. Aslında Osman Sınav’a da, Ahmet Yenilmez’e de, İstanbul’da bir yapımcı arkadaşımız daha var; onlara da gönderdiydim. Sen de biliyorsun. Hikâye Vilayetler Konağındaki 12 Eylül darbe hazırlığı ile başlıyor ve bir devrimci ile bir ülkücü iki garibanın hayatını irdeliyor. Mehmet Sipahi de, İhsan Başkan da gerçekte bu basit, gariban toplumun ortalaması olan iki garibanın hayatında figüranlar…

 

 Çolak: O ilk senaryoda Mehmet Sipahi’nin kızı Elif ile katilin oğlu Nazım arkadaş olup Gezi Parkına benzer biçimde bir çevreci eylemde bulunuyorlar birlikte… Sonra Nazım babasının Dursun Önkuzu’nun katili olduğunu öğreniyor….

 

 Şehsuvaroğlu: Bu filmde oraları çıkardık. İkinci filme sakladık. Hem hikâye uzayacaktı, hem de 12 Eylül’de bitmesi daha uygun olacaktı. O yüzden Bektaş Topaloğlu ile çok çalıştık. Bazı sahneleri o düzeltti. Onun düzelttiklerini de ben düzelttim. Son haline geldi. Bir 12 Eylül filmi oldu.

 

 Çolak: Belki birinci senaryo çekilseydi daha güzel olurdu bence. Hem bugünün aktüel meselelerine eğilmiş olurdu. Hatırladığım Elif de Nazım da babalarının davalarına karşı biraz özeleştirel yaklaşıyorlar. Ama hayırlı olsun. Gelelim yönetmene…

 

 Şehsuvaroğlu: Sevgili Mahmut, o harika bir genç. Osman Sınav’ın yardımcısı idi. Gerçekten gözü, bakışı, çerçevesi, duygusu sinematografiyi tam tekmil kıldı. Eline sağlık.

 

HACIOĞLU GERÇEK BİR SANATÇI

 

 Çolak: İsmail Hacıoğlu Mehmet Sipahi’yi yani sizi mi oynuyor?

 

 Şehsuvaroğlu: Mehmet Sipahi ben değilim aslında. Sipahi ile Şehsuvaroğlu mana benzerliğinden yola çıkıyorlar ama o herhangi bir ülkücü genç. Aslında binler, on binler kendini bulabilir onda. Seven, çalışan, kendini adamış bir Türk genci… 

 

 Çolak: İsmail Hacıoğlu da rolünün hakkını vermiş gibi…

 

 Şehsuvaroğlu: Hem nasıl. Kendini role çok iyi hazırlıyor. Gerçek bir sanatçı. 

 

 Çolak: İhsan Başkan’ın Muhsin Başkan olduğuna kuşku yok ama… Şefik Onatoğlu rolünün de hakkını vermiş doğrusu… 

 

 Şehsuvaroğlu: Şefik Onatoğlu da büyük sanatçı… O da rolünü çok çok iyi oynadı. Sonra Nilay Duru da çok iyi oynadı. Fırat Şahin, hepsi… Bir şeyi daha düzeltmeme izin verin. Kimileri bu filmin Muhsin Yazıcıoğlu filmi olduğunu ileri sürdü. Bu da doğru değil. Böyle büyük kahramanlara ait dört dörtlük bir film yapmak gerçekten cesaret ister. Hayır, bu film basit sıradan bir ülkücünün aşkı ve davası etrafında dönemin dramını anlatıyor. 

 

HER ŞEY GERÇEĞİNE UYGUN OLDU

 

 Çolak: Anladım.. Elif ile Mehmet Sipahi’nin aşkı… Kavuşuyorlar mı bari?

 

 Şehsuvaroğlu: Bekle diye bir mesaj var, bu Bektaş’ın ikinci film için bulduğu bir şifre… Gerisini söylemem, izleyin.

 

 Çolak: Elbette hem de birkaç defa gideceğiz, öyle görünüyor… Siz çekimlere katıldınız mı?

 

 Şehsuvaroğlu: Aslında baştan sona bir yönetmen gibi, resim seçici gibi bulunacaktım. Kavlimiz öyleydi. Bütünüyle işin içine girmek zorundaydım, çünkü iş çekilip bittiğinde, gösterime girdiğinde yanlış bir sahne, yorum, ifade, türkü, tavır, yüz, bakış, söz, diyalog beni çok üzerdi. O yüzden senaryo üstünde çalıştığımızda Bektaş, ve diğer arkadaşlarla; en dikkat ettiğim konu özellikle acı çekmişlerin, 12 Eylül mağdurlarının günahını almamaktı. Ama ekibi görünce güvenim arttı. O sıralarda da rahatsızdım. Fazla da rahatsız etmek istemedim. Ama bir iki sahneye müdahale ettim. Mesela asker figüranlar yürümeyi bilmiyorlardı. Yürüyüş kararı sayamıyorlardı. Kafes yaşadığımız kafese pek benzemiyordu; mecburen onlara müdahale ettim. Fakat İsmail ile Şefik gerçekten büyük sanatçılar. Rollerinin hakkını vermek için çok emek verdiler, özen gösterdiler. Bütün ekip çok iyiydi. Kendilerine medyun-u şükranız. Hele yapımcı Yasemin Hanımın böyle bir işe cesaret etmesi gerçekten takdir edilecek bir olay. Sinemamız açısından. Bir de Altındağ Belediye Başkanı Sayın Veysel Tiryaki’ye teşekkür etmemiz icap eder. Gözü gibi baktığı Hamamönü’nü ve Ulucanlar Cezaevi’ni bize tahsis etti. (gülmeler)

 

DUVARLAR 80 ÖNCESİ GİBİYDİ

 

 Çolak: Güldünüz… Bir anınız var galiba...

 

 Şehsuvaroğlu: Sorma, bir gün setten aradılar; zabıta çekimleri durdurdu diye… Başkan da Bosna’da… Yıllar önce Veysel Beye ‘böyle bir film çekeceğiz, yardımcı olur musun’ demiştim; o da ‘ne demek abi’ diye desteğini ifade etmişti. Ben de sete doğru yollandım. Tam Hamamarkası’na gitmek için caddeyi geçeceğim, başkanvekili Mehmet Emin Beyi gördüm. O da eski dostumuz. Sete vardık. Zabıtalar tabii izin verdiler. Ama ben de sokaklara bakınca ürktüm. O pırıl pırıl konakların olduğu sokaklar, duvarlar sloganlarla doldurulmuş. Sokağın biri devrimcilerin işgalinde gibi, diğeri ülkücülerin. ‘Tek Yol Devrim’, ‘Kurtuluşa Kadar Savaş’ birinde… ‘Milliyetçi Türkiye’, ‘Kanımız Aksa da Zafer İslâm’ın’ diğerinde… sanki 12 Eylül öncesi geri gelmiş… ürkütücü bir tablo… Ama bilmiyorlar ki, ekip sağlam hemen gece çalışıp ertesi gün pırıl pırıl yaptılar… Beklerdim ki, ‘film elbette böyle çekilir; gereken izni verin’ desinler. Ama başkan yurt dışında, adamlar haklılar… Sokaklar işgal edilmiş… Bir de benzer duraklama Ulucanlar Cezaevinde oldu. Zindan mevkiinde güzel bir restorasyon çalışması yapmış belediye, videolar, ses sistemleri filan… Orada Mustafa Pehlivanoğlu’nun idama götürülüşü çekilecek. En önemli sahneler.. Hücreden hücreye mesajlaşma, tekbir sesleri ve darağacı… Yine engeller… Ama Veysel beye elektronik posta gönderdim. ‘Üç kamyon ve yetmiş kişi… Bir gün daha çekemezsek hepsi gider, ben de giderim. Canın sağ olsun’… Neyse talimat verdi ve o sahneler de çekildi. 

 

Çolak: Altındağ Belediyesi’nin Hamamönü ile ilgili restorasyon çalışmaları gerçekten de dünya çapında bir eser… 

 

 Şehsuvaroğlu: Ödül de aldı…

 

KİMSEDEN DESTEK ALMADIK

 

 Çolak: Evet, başka sponsorlar oldu mu filme. Malum çevreniz geniş… Hani Lütfü abimiz ilk defa yüzümüzü ağartacak bir iş yapıyor biz de buna sponsor olalım diyen milliyetçi işadamları filan…

 

 Şehsuvaroğlu: Hayır, Hiç kimseden bir kuruş almadık. Fakat burada Altındağ Belediye Başkanından başka Türkiye Kamu-Sen’e teşekkür etmemiz lazım. Zira misafirhanesinde yirmi iki gün boyunca ekibi misafir ettiler. Bir de değerli dostum Dr. Yakup Deliömeroğlu’nu… Avrasya Yazarlar Birliği’nin Hamamönü’ndeki merkez ve önü film seti oldu. Sağ olsun. Bunlar dışında kimseden bir kuruş sponsorluk bilmiyorum ben. Kimsede böyle bir film yapıyormuşsunuz bizim de katkımız şu olsun diye bir şey olmadı. Birkaç dost seti ziyaret ettiler. Alparslan Kavaklı, Cengiz Aydoğdu, Hakkı Öznur, Servet Avcı, Nimet Ersin, Mehmet Ocaktan, Ahmet Demirci, Hakverdi Satılmış, Mahir Damatlar, Erdoğan Aktaş, Naci Doğan, Doğan Taşdelen, Halil İbrahim Yılmaz gibi…

 

Bir vicdan muhasebesi

 

 Çolak: Kafes romanı ilk 1982 yılında yayınlandı. Kafes’ten çıktığınız zaman. Mamak cehenneminden çıkar çıkmaz Nihat Genç’le birlikte bir yayınevi kurdunuz ve ilk yayınladığınız kitap Kafes oldu. Sonra Nevzat Kösoğlu’nun Kitap Şuuru, Roger Garaudy’nin İslam ve Sosyalizm kitabı…

 

 Şehsuvaroğlu: Evet, doğru; sırasını bile doğru söyledin. 

 

 Çolak: Kafes’i okudum. Hatta Ahmet Kabaklı’nın Tercüman’daki yazısını da buldum. Romandan sitayişle bahsediyor. Yeni roman türünde Türkiye’deki ilk roman diyor. Kafes filmi Kafes romanından mı uyarlandı.

 

 Şehsuvaroğlu: Kafes romanı yeni roman tarzında. Bu yüzden senaryo için ilginç ruh halleri ve sahneler içeriyor. İlk çıkış noktamız roman tabii, ama Kafes filmine konu olan metin tamamen yeni. Dursun Önkuzu cinayetinin esrarı ile başladık. Aslında bir vicdan muhasebesi işlendi. Eğer ikinci film de gerçekleşirse hiçbir kötülüğün cezasız kalmayacağı hakikati mevzubahis. 

 

 Çolak: Bir tweetten çok etkilenmiştiniz.

 

 Şehsuvaroğlu: Ha evet. Bir gün bir mesaj gördüm. Kafes filmini izlerken ve sizin bestelerinizi dinlerken gözlerimden akan yaşı tutamıyorum, ağlıyorum mealinde bir mesaj… Yazdım ki, ne ara seyrettiniz, ne ara dinlediniz? Yazdı ki, ben kurgu ünitesinde çalışıyorum ve aslında karşıt görüşlüyüm. İşte o zaman ben de hüzünlendim. Dedim ki içimden her şeye rağmen oldu bu iş. Babam ve Oğlum filmini pek kıskanmıştım. Yedinci defa izlediğimde bile ağlamıştım. 12 Eylül dramı bütün aileleri sarstı, hayatları kararttı. Hepimizin ortak anıları, acıları var. Onun sesini, ezgisini, görüntüsünü yakalayabilmiş isek, duygusunu verebilmiş isek ne mutlu.

 

Son bir şey söyleyeyim Batuhancığım. Aslında filmin hikâyesi de senaryosu da, her şeyi de 12 Eylül döneminde sağdan soldan acı çeken gençliğimizin, gözü yaşlı analarımızın, saçları bir günde ağaran babalarımızındır. Kafes isimsiz nice kahramanlarındır… Allah bir daha o acıları yaşatmasın.

 

 Çolak: Teşekkür ederim.

 

 Şehsuvaroğlu: Ben teşekkür ederim.

 

FiLMDEKi SAHNELERiN HEPSi YAŞANMIŞ OLAYLAR

 

 Çolak: Kafes o zor dönemde ilk olma özelliği taşıyor. Siz birçok yazar, gazeteci, şair yetiştirdiniz; çıkardığınız gazete ve dergilerde, Yazar kuruluşlarında… Çok da teşvik eden yazılar yazdınız. Mesela Kafes için hiç eleştiri yazan oldu mu Ahmet Kabaklı’dan başka. 

 

 Şehsuvaroğlu: Mehmet Tezel yazdı. Koğuş arkadaşım akıncıların ilk genel başkanlarından. Tezkire dergisinde güzel bir yazı yazdı. Maalesef bizde edebi tenkit yanlış anlaşılıyor. Bu yüzden de edebiyatımız gelişmiyor. Haklısın.

 

 Çolak: Fragmanlarda bir sahne var. Taceddin Camii’nde çekilmiş. İki kişi namaz kılıyor. İhsan başkanla Mehmet Sipahi… Onu biraz açar mısınız?

 

 Şehsuvaroğlu: En ilginç sahne… Gerçek… 12 Eylül olmuş ve İhsan Başkan ile Mehmet Sipahi kaçak… Kaçakken Vilayetler Konağı’ndan birisi belge ulaştırıyor. Üzerinde Gençliğin Depolitizasyonu yazıyor. Ben bunu bir köşe yazımda da ele almıştım hatırlarsan.

 

 Çolak: Evet, hatırlıyorum. Bugün üstelik de iktidar yanlısı kimi gazetelerde köşe kapmış liberal yazarların henüz Hınçal abilerinin eteğinden tuttuklarını filan yazmıştınız. 12 Eylülcülerin seks ve sporu kullanarak gençliği depolitize etme girişimlerine yardımcı olan medya mensuplarını…

 

 Şehsuvaroğlu: Aynen. Bu belge filmin can damarı… Oradan iki genç şimdi Muhsin Yazıcıoğlu’nun yattığı mezar yerine geliyorlar. O zaman tabii mezar yok. Aslında cami de çevresi de, İstiklal Marşı’nın yazıldığı Taceddin Dergâhı da şarapçıların yatağı… İmam sabah namazını kıldırmaya bile gelmiyor. Hacettepe’nin bahçesindeki dergâh gerçekten şarapçıların yatağıydı. İstiklal Marşı’nın Mecliste kabulü 12 Mart. Bir de 27 Aralık var: Akif’imizin ölüm yıldönümü. Bu iki tarihte yıllardır TYB önderliğinde anma toplantısı yaparız. 

 

 Çolak: İki kaçak Muhsin Başkan –affedersiniz- İhsan Başkan ile siz –çok özür dilerim- Mehmet Sipahi orada ne işiniz var?

 

 Şehsuvaroğlu: Darbeden sonraki bazı buluşmalar. Fakat sahne şöyle ilginç. İkisi yatıyorlar. Toprakta.. Şiir okuyorlar, yıldızlara bakıyorlar, sevdalarını biliyoruz. Mehmet Sipahi Elif’i diğeri Kerkük’ü düşünüyor. Asıl ilginci diyor ki İhsan: Biz ölünce bizi buraya yatırırlar mı? Oradan camiye girip namaz kılıyorlar ve gerisini anlatmayayım. Oradaki geçiş müthiş gerçekten…  

 

VAHDET