TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Şansa Bak

Şerif, yorgun gözlerini kısarak, ışıklı sahneye hayranlıkla baktı. Ne kadar da ihtişamlı diye geçirdi içinden. Her şeyin, tiyatro salonuna girdiği bu ilk andaki kadar büyüleyici olmasını dilerdi. Ya da bu kültür faaliyetine hiç katılmamış olmayı…


Karısı Zarife’nin ısrarı sonucu hayatında ilk kez geldiği tiyatroya bu kadar çabuk adapte olmak onu biraz gururlandırmıştı doğrusu. Zarife, durmadan ona “Kültürsüzsün, cahilsin, uyumsuzsun, girdiğin yerlerde bir türlü medeniyet öğrenemedin!” der, sitem ederdi. Bu ağır sözlere rağmen ona darılamazdı. Şaka sayar, güler geçerdi. İçten içe de hak ona verirdi. “Ama bu sefer yanıldın Zarife Hanım.” dedi kendi kendine. Göz ucuyla karısına baktı. Zarife, halinden gayet memnun, gözlerini sahneye dikmiş, bekliyordu. Özel günlerde taktığı mavi çiçekli gri ipek başörtüsü de nasıl yakışmıştı nazlı ceylanına...

Karısı, Fosforlu Cevriye oyununa gitmek istediğini söyleyince, bilet almaya gitmiş, gişede oyundan bahsedenlerin sözlerine kulak misafiri olmuştu. Başrol oyuncusu bir fahişe rolündeydi, aşırı hareketleri vardı. Bu aşırı hareketleri düşünmek istemedi doğrusu. Oyun, onun ahlak anlayışıyla örtüşmese de Zarife’nin gönlünü kıramazdı. Almıştı biletleri ve işte gelmişlerdi…

Kendini böyle düşüncelere kaptırmışken bir anons duydu; oyun başlayacaktı, herkesin yerini alması rica olunuyordu. Zarife, kocasını ikna etmiş olmanın guruyla koltukta dimdik oturuyordu. Kararan sahne ani ve kuvvetli bir ışıkla aydınlandı. Oyun başladı.

Zarife, nefesini tutmuş, gözlerini sahneden ayırmadan, heyecanla olayların gelişmesini bekliyordu. Bir an dikkati başka yönlere kaydı, gülesi geldi. Kocası çaycı Şerif ‘in buralara gelişi, kendi hali, koskoca adamların sahnede çocuk gibi kılıktan kılığa girişleri gerçekten komikti.

Cevriye de güzel bir kızdı maşallah, sesi de gürül gürül, her yere ulaşıyordu. Sahnenin görünmeyen yerlerinde mikrofon mu vardı acaba?

Düşüncelere dalmışken oyuna ara verildi.

Zavallı Cevriye’ye ne olacaktı?

Zarife, ışıklar yanar yanmaz kocasına döndü. Beğenip beğenmediğini sordu, cevap beklemeden kendi cümlelerini sıralamaya başladı: Ne kadar güzel bir oyundu. Hiç değilse ayda bir kere tiyatroya gelseler ne iyi olurdu. Filan…

Şerif dikkatle karısını dinlerken bir anda sıcak bir sıvının genzinden aktığını hissetti. Burnu kaşındı tatlı tatlı, o da orta parmağını burnunun tam ucundan hızlı hızlı geçirmek suretiyle kaşıdı. Kocasının polen zamanı, kapalı yerlerde, farklı kokular aldığında durmadan hapşırdığını bilen Zarife “Eyvah, hapşıracak!” diye düşünerek çantasından mendil çıkardı. Mendili verirken sıkı sıkıya tembihlemeyi de unutmadı. Sıkmalı dişini, hapşırmamalıydı. Sanki elindeymiş gibi…

Anons duyulur duyulmaz Zarife toparlandı, konuşmasına oyun sonuna kadar ara verdi. Yine kararma, bu kez sadece sahnede tek başına gezinen oyuncunun üzerinde onu takip eden bir yuvarlak ışık... Tüm dikkatler de sahnede oyuncuyla geziniyordu. Herkes nefesini tutmuştu. Acaba ne olacak? İşte tam bu sırada sessizliği peş peşe üç kez tekrarlanan şiddetli, çirkin bir gürültü bozdu.

Bu, Şerif’in hapşırığıydı.

Toplam üç saniye ancak süren bu gürültü salondaki seyircilerle birlikte sahnedeki oyuncunun da dikkatini dağıttı. Sorun bu kadarla kalsaydı, kalmadı. Önündeki adamın saçsız başını mendiliyle temizlemekte olduğunu görünce çok utandı. Adam öfkeyle arkasına dönünce onu tanıdı ve dünyası yıkıldı. Parmağını hızla ileri geri sallayan adam, patronu Çağrı Beydi.

Tiyatro burnundan geldi.

Az öncesine kadar hayatından memnunken Zarife’ye kızmaya başladı. Hep o açmıştı bu işleri başına. Yarın işe gidince Çağrı Bey tarafından çağrılacak, azarlanacak, aşağılanacak, sonra da kovulacaktı. Başı önde muhasebeye uğrayacak eve dönecekti.

Hapşırığın ardından herkes dağılan dikkatini toparladı. Salonda kendine gelemeyen iki kişi vardı: Şerif ve Zarife.

Şerif, Çağrı Beyle karşılaşmak istemediğinden oyunun bitmesini de istemiyordu.

Fakat oyun bitti.

Işıklar yanınca Çağrı Bey arkasına döndü, arka duvarın dibini işaret ederek:

“Beni bekle!” dedi.

Karı koca duvar dibinde beklemeye başladılar. Şerif, az çok akıbetini tahmin ediyordu. Salon boşalır boşalmaz Çağrı Bey yaklaştı. Ne olurdu ki yanılsaydı? Bir ton azardan ve hakaretten sonra, onu kapının önüne koyacağına dair yeminler etti. Şerif, karısının yanında yerin dibine geçerek, ses çıkarmadan dinledi. Sözünü tamamlayan patron, hışımla salondan çıktı ve Şerif biraz rahatladı. Kendilerini dışarı attıklarında sakin görünseler de içlerinde fırtınalar kopuyordu. Yürüdüler, yürüdüler…

Şerif, taksitleri, kirayı düşünüyordu. İş bulabilir miydi bu darlıkta?

Düşüncelere dalmış ilerlerken, ıssız bir sokağa saptıklarını ne o, ne karısı fark etti. Köşede olağan dışı bir hareket vardı. Dikkatlice bakınca gözlerine inanamadı. Çağrı Beydi. Çağrı Bey, iki tinerci tarafından sıkıştırılmış, bıçakla tehdit ediliyordu. Hemen koştu. Birinin hızla yaklaştığını gören tinerciler ürktü, geri çekilmeye başladılar. Sonra da tabanları yağlayıp uzaklaştılar. Böylece Şerif, Çağrı Beyi tinercilerden kurtardı. Ancak hafif yaralıydı Çağrı Bey. Şerif, koluna girerek onu kenara götürdü, kaldırıma oturttu. Karısının çantasındaki pet şişenin suyuyla elini yüzünü yıkattı, kolundaki kanı temizledi, cebinden çıkardığı mendili kanamakta olan yaranın üstüne bastırdı.

Sakinleşen Çağrı Bey, büyük minnet duygusuyla baktı işçisi Şerif’in yüzüne. Aslında bir şey söylemesine gerek yoktu. Gözleri anlatıyordu her şeyi. Yetinmedi elini Şerif’in omzuna koydu.

“Ne kadar da ayıp ettim sana değil mi? Elinde olmadan yaptığın bir kusurdan dolayı dünyanın hakaretiyle seni kovmuşken, beni o serserilerin elinden sen kurtardın. Sana can borcum var artık.”

Nefeslendikten sonra devam etti.

“Arabamı park ettiğim yerden alıp evime gidecektim, kısa yol diye burayı tercih etmiştim. Sokak tenha ya… Önümü kestiler. Nakit yoktu, kredi kartını da onlar istemedi. Canını alacağız dediler.”

Patronun Şerif’e dert yanması, tiyatrodaki nefretinin şefkate dönüştüğünü gösteriyordu.

“Allah’ım sen ne kadar büyüksün!” diye düşündü Şerif.

Çağrı bey, tiyatroda söylediklerinden dolayı pişmanlık içindeydi. Bir sıkıntısı olduğunda Şerif’in ilk kendisine gelmesi gerektiğini altını çize çize söyledi.

Çağrı Bey bu durumda arabasını kullanamazdı. Şerif, köşeden bir taksi çevirerek önce onu evine gönderdi. Sonra Zarife’yle kol kola evlerinin yolunu tuttular.

(AYB – Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi - 19.01.2010)