TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

EROL DOK’U ANMAK VE ANLAMAK

Mensubu olmakla iftihar ettiğim Türk Ocakları, 30 Ekim 2021 günü ebedi âleme irtihal eden merhum Erol Dok ağabey için Ankara Milli Kütüphane Konferans Salonu’nda bir anma toplantısı düzenlendi bugün.

Prof. Dr. Bülent Aksoy kardeşimin, her zamanki gibi başarılı bir sunuculuk örneği sergilediği toplantı Kur’an-ı Kerim tilavetiyle açıldı.

Türk Ocakları Genel Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Öz’ün duygu yüklü hitabının ardından kürsüye davet edilen Zafer Giray Dok, sevgili babasına dair samimi bir konuşma yaptı.

Duygu yoğunluğunun yanı sıra hayat dersleriyle dolu enfes konuşmasında, “bir babanın çocukları için nasıl rol model olabileceğine” dair şahane örnekler verdi.

Dinleyerek değil gözleyerek öğrenmenin, nasihatle değil yaşayarak öğretmenin gücünü gösterdi.

Cenab-ı Allah, iftiharla dinlediğim Zafer Giray kardeşimin bahtını açık etsin; babası Erol Dok’a layık bir şekilde yaşamayı, ondan devraldığı bayrağı çok daha yükseklere taşımayı nasip etsin.

Açılış konuşmalarının ardından anma oturumuna geçildi.

Türk Ocaklarımızın Genel Sekreteri, kadim dostum Prof. Dr. Emrah Şenel’in yönetimindeki oturum için Hasan Çağlayan, Halil İbrahim Sarı, Yunus Dümen, Dr. Süleyman Eryiğit, Aksaray Milletvekili Cengiz Aydoğdu ve Prof. Dr. Bülent Aksoy masadaki yerlerini aldılar. Uğruna ne güneşler batan hilalin yıldızları, Kutup Yıldızı Erol Dok’u selamlamak üzere yan yana dizildiler.

Aslında her biri, onun hakkında saatlerce konuşacak bilgi, birikim, donanım ve hatıraya sahipti. Lakin zaman kısıtlıydı. Yine de büyük bir içtenlikle bu muhteşem şahsiyetin ufuk açıcı fikirlerinden, duruşundan, tavrından, güvenilirliğinden, diğerkâmlığından, vefasından, fedakârlığından, nezaketinden, azminden ve daha pek çok meziyetinden bahsettiler.

Oturum Başkanı Prof. Dr. Emrah Şenel, Kur’an-ı Kerim tilavetiyle açılan toplantıyı “Çırpınırdın Karadeniz” ile sonlandırmayı önerdi.

Trabzonlu Erol Dok’u anma toplantısı, her ülkücünün hayatında ayrı bir yeri bulunan bu güzel şarkının gözyaşları eşliğinde okunmasıyla son buldu.

İkram için fuayede buluşanların hali görülmeye değerdi. Emsalsiz bir dostu anmanın hüznü ve Covid-19 nedeniyle aylardır uzak kalınan dostlarla bir araya gelmenin heyecanı, etrafa sinen tarifi zor atmosfer hakkında ipuçları veriyordu.

Zafer Giray kardeşim ve Birol Dok ağabeyimle karşılaştığımda yaşadığım hisleri ne yazmaya ne anlatmaya takatim var. Dudakların sustuğu, gözlerin ve gönüllerin hıçkırıklarla söyleştiği bir andı.

Dostlar arasında dolaşırken Hüseyin Nihal Atsız’ın, “Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden.” diye başlayıp, “Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların…” diye devam eden “Yolların Sonu” şiiri dolandı dilime.

Üçüncü kıtada şöyle diyordu Atsız Ata:

“Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;

Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağı’na.

Hâlbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin

Değişilir topu da bir …”

Aynı gönül ikliminde yaşayan, aynı kutlu hedefe doğru yürüyen nice güzel insanı bir kez daha buluşturmuştu Erol Dok.

Atsız’ın da dediği gibi, kutlu ve çetin bir yoldu yürüdükleri… Lakin yol kadar yoldaş da önemliydi.

Merhum babasının, “İşler yolunda gitmediğinde yoldan mı çıkacağız?” diye sorup, doğru bildiği yolda azim ve sebatla nasıl yürüdüğünü anlatmıştı Zafer Giray kardeşim.

Belki bu yüzden dolanmıştı dilime bu şiir… Kim bilir?

Fakat ifade etmeliyim ki Erol Dok’un yol arkadaşlığı bir başkaydı.

Kutup Yıldızı misali hep doğru yönü gösterirdi yol arkadaşlarına.

Böyle arkadaşı, ağabeyi olunca yoldan mı çıkar insan?

Yokluğunda yol yürümek zor olacak ağabey…

***

Bu duygu ve düşüncelerle ayrıldım Milli Kütüphane’den…

Eve dönüş yolunda “kitap” düştü aklıma.

Kadim dostum Servet Avcı’nın merhum babasının cenazesi için Birol Dok ve Erdoğan Aktaş ağabeylerle Trabzon’a doğru yol alırken, Erol ağabeyle enine boyuna ele aldığımız, sonraları telefonda saatlerce üzerinde konuştuğumuz anılarından oluşan kitap projesinden değil, her birimizin hayatından söz ediyorum.

Sahi, her hayat aslında bir kitaptan ibaret değil mi?

Üzerinde her birimizin adı yazsa da onlarca yazarın ortak imzasını taşıyan birer kitap değil mi hayatlarımız?

1984’te Ankara’ya geldiğimde, Erol Dok ağabeyin de dâhil olduğu nesilden ilk müellifim Mahir Damatlar oldu, sonrasında merhum Başbuğ Alparslan Türkeş… Cezaevinden çıktıktan sonra merhum Muhsin Yazıcıoğlu…

1990’ların başında tanıdığım Erol Dok ağabey ise bilhassa Muhsin Başkan’ın ötelere kanatlandığı 2009’dan sonra hayat kitabımın en güçlü müellifi oldu.

Birlikte görev aldığımız Gönüllerde Birlik Vakfı’ndaki ilk projemiz olan, Ulucanlar Cezaevi’nde düzenlediğimiz “12 Eylül Görülmüştür.” etkinliği sürecinde ondan öğrendiklerime paha biçilemezdi.

Şimdilerde sayısı on üçe ulaşan, merhum Galip Erdem ile başlattığımız “Özdeyişler-Özleyişler” serisinin fikir babası da kendisiydi.

Nerede kalıcı, örnek ve öncü bir iş varsa oradaydı Erol Dok.

Onlarca, yüzlerce, belki binlerce kişinin hayat kitabının kimine bir cümle, kimine bir paragraf, kimilerine ise sayfalar yazan üstat seviyesinde bir müellifti o…

Bu muazzam şahsiyetin elli yedinci vefat gününde gerçekleşen anma toplantısı, bir “noktalı virgül” olarak hayat kitabımdaki yerini aldı.

Ruhun şâd, mekânın cennet, makamın âli olsun ağabey.

Seni seviyor ve çok özlüyorum.