TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Erdemli Bir Siyaset ve Ahlaklı Bir Toplum Çağrısı

Toplumda öfkenin dili her yerde bir zemheri soğuğu gibi yüzümüze çarpıyor. Haziran sıcağında yalnız ellerimiz değil kalplerimiz de, buz kesmiş gibi.  Ortadoğu coğrafyasında aynı Allah’a, aynı Peygamber’e aynı kitaba inandıklarını söyleyen ve aynı kıbleye yönelen insanlar birbirini küfürle itham ediyor, kanlarını ve mallarını helal görüyorlar. Sınırlarımızdan içeri yalnız insanlar gelmiyor, Vehhabi selefi akımlarda bu topraklarda taraftar buluyor, kök salıyor. Anadolu coğrafyasında Yeseviliğin, Nakşiliğin, Bektaşiliğin, Yunus’un ve Mevlana’nın ektiği ahlaki ve erdemli İslam yorumu yerini, kinin, şiddetin ve hırsın aldığı bir din yorumuna terk ediyor. Devletlerin yıkıldığı coğrafyamızda eline silah alan kan ve kinle yeni totaliter rejimler ihdas etmeye başlıyor.

İktidarın,kimin elinde kalacağı kavgası o kadar keskin bir hal aldı ki, İlahiyatçısı, dindarı, muhafazakârı, solcusu ve dahi liberali hep birden amansız bir kavganın içinde birbirimizin boğazına sarılır olduk. Hesabı görülmemiş bir kavganın öfkesi yalnızca siyasetin dilini değil, din dilini de kirletmeye başladı. İktidarı mutlak ele geçirilmesi, sahip olunması, fethedilmesi gereken son kale olarak gören bu politik kültür bir iktidar fetişizmi yarattı ve tüm toplumsal kesimleri onun kulu ve kölesi haline getirdi.

Öyle ki, tevazuun, merhametin, şefkatin timsali olan Din-i Mübin İslam’a dair yazılı ve görsel basında yer alan yorumlarda darbe, hain, dış mıhraklar gibi keskin bir dille harmanlanmış ifadeleri duydukça, rahmet yağmurları dolu oluyor ve başımıza taş gibi yağmaya başlıyor.

İçerde ve dışarda iktidara bu kadar yaslanan dindar kesimlerin ve din görevlilerinin aşırı politize olmuş vaazları, hutbeleri ve öğütleri bir Mihne, bir Cemel, bir Sıffin, bir Kerbela gibi kara butlarıyla sarıyor bizi. Sırtımıza her gün kırbaç gibi inen, dimağımıza hançer gibi saplanan bu ağır hava ne zaman dağılacak bilmiyorum.

Müslüman adeta dirilişe ihtiyaç duyduğu o hüzünlü tarihi bir kez daha yaşıyor. Horasan’dan gelen ve Bağdat’a inen ve oradan Anadolu içlerine doğru yayılan yeni bir muştuya ihtiyacımız var. Yüzümüzü okşayan, yetim başımızı sıvazlayan, garip ve gurabaya sahip çıkan, rahmet ve faziletin sıcak nefesini içimize, ruhumuza üfleyen bir “erdem siyasetine” ve “ahlaklı bir toplum”a hasretiz.

Bu hasreti rahmet ve bereket ayı Ramazan’da bir Şeb-i Arûs’a neden çevirmeyelim? Allah Resûlu diyor ya; “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur”. Hadi gelin bu Ramazan’da yalnızca aç kalmayalım. Nefretin, öfkenin, ayrılığın diline de oruç tutturalım. Bu ay tüm aylardan farklı olsun. Tüm siyasi partilerimiz ve siyasetçilerimiz bu Ramazan’da suskunluk orucu tutsunlar. Bir ay tüm toplum olarak arınmaya adanalım.

Diyanet resimiz onurlu ve vakarlı duruşunu göstersin bu Ramazan’ı “ Erdemli Siyaset ve Ahlaklı Toplum” ayı ilan etsin. Bir ay boyunca geleneğimizde var olan “Nasihat” geleneği yeniden dirilsin ve devlet ricalimiz başta olmak üzere tüm Müslümanlar kalbini, dimağını nasihatin tevazu diline teslim etsinler. Bir ay boyunca İslam’ın ruhları ve bedenleri dirilten, tüm kâinatı aşk’ın diliyle kuşatan, mesajını anlatalım. Hem de hiçbir ücret almadan, hiçbir karşılık beklemeden, İslam’daki adaleti, ihsanı, hikmeti, hak ve kul hakkı kavramlarını ilmek ilmek işleyelim. Bu topraklarda yeniden bir Medine inşa edelim ve o Medine’nin sakinleri elinden ve dilinden emin olunan insanlar olarak tüm coğrafyaya İslam’ın rahmet güneşini avuçlarında taşıyabilsinler.

Ramazanın bereketini yalnız sofralarımızda değil, ruhumuzda, dimağımızda, zihnimizde de hissedelim. Birlikte ve bir arada bu vatan toprağında nasıl erdemli bir siyaset ve ahlaklı bir toplum inşa edebiliriz onu murakabe edelim, üzerinde tefekkür edelim, düşünelim,iyi ve erdemli bir yaşam içinortak bir yol bulmaya çalışalım.