TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Provokasyon Var, Komplo Var Ama Terör Yok!
Hilmi DEMİR

Tokat-Reşadiye’deki hain saldırı sonrası yapılan açıklamalar karşısında insanın uzun süredir terörle mücadele eden bir ülkede yaşadığına inanası gelmiyor. Terör konusunda devletin birçok kademesinde uzmanlaşmış kadroları ve kurumsal yapıları bulunduğunu bilen biri olarak, yetkililerin ağzından çıkanlar karşısında aklımın benimle oyun oynadığını düşünmeden edemiyorum.

Sazak tepelerinde can veren yedi yiğidin arkasından söylenenler karşısında neredeyse bu ülkede yirmi küsur yıldır hiçbir terör olayı gerçekleşmemiş (!) diyesi geliyor insanın.

Neler demiyorlar ki;

  • Milliyetçi duyguları körüklemek için akıllıca planlanmış bir eylem olabilir.
  • Açılımı sabote etmeyi, böylece Türkiye’yi istikrarsızlaştırmayı amaçlayan güçlerin işi.
  • Ne zaman sorunun demokratik yollardan çözümü gündeme gelse bu tür provokasyonlar oluyor.

Demek ki bu bir terör değilmiş! Oysa yaşanan olaylar hiçbir zaman söylenenlerin içine sığmadı bu ülkede. Çünkü gerçekle yüzleşmek, yaşanan olayları anlamlandırmak birçoğumuzun işine gelmedi. Herkes resmi görmek istediği gibi okuyor, karanlıkta kaybettiğini aydınlıkta arıyor. Bu çok daha kolay bir çözüm.

Nasreddin Hoca hesabı herkes ev sahibiyle uğraşıyor ama hırsızın hiç mi suçu yok Allah’ınızı severseniz. Yılardır terörle mücadele etmekte olan bir ülkede resimleri bu kadar çarpıklaştıran, bulanıklaştıran bir terör konsepti olabilir mi?

Provakasyon, komplo ve istikrarsızlaştırma gibi unsurlar terörün hedef ve araçlarından başka nedir ki? Terör yerleşik bir düzene karşı başka bir istikrarlı düzeni koyma amacını ne zamandır gütmektedir, biri bize tarihsel örnekleri ile anlatabilir mi?

Terörün asıl amacı yerleşik düzene karşı insanlarda kuşku yatarak kaos oluşturmak suretiyle istikrarsızlığı derinleştirmek değil midir? Resmi olarak terörü, kamu otoritesini veya toplum yapısını yıkmak için girişilen korku ve yılgınlık saçan şiddet hareketleri olarak adlandırmadınız mı?

İster etnisiteye ister bir inanca ya da ideolojiye dayansın terör eylemlerinin öncelikli amacı kamu düzenine karşı kuşku ve korku yaratmak suretiyle kaos oluşturmaktır. Bu nedenle de asıl amaç sivil hedeflerdir. 17’sinde teröre kurban giden Serap Eser’in bir akşam vakti eve dönerken bir otobüste yanması asla bir tesadüf değildir.

Demokratik otoriteleri kitlelerden kopararak halka karsı şiddet kullanmaya yöneltmeyi amaçlayan terör, ahlaki hiçbir temeli bulunmayan ve siyasi hedeflere ulaşmak için insan hayatını hiçe sayan, masum insanları hedef alan ve hiçbir savaş kuralı tanımayan, geleneksel politik suçlardan farklı, metodik, örgütlü, sistematik, öldürme, kaçırma, korkutma ve tahrip eylemleridir.

İşte bu nedenle terör hiçbir zaman ve şekilde adres sormaz, öncelikli hedefi zaten masum halk kitleleridir. Toplumda kaos ve güvensizlik en hızlı biçimiyle halk kitleleri arasında yayılacağından sivil hedeflere yönelir. Bu nedenle sokaklara inilir, arabalar ve evler yakılır.

Adi suçlarda amaç bir varlığa ya da mala zarar vermek ya da onu yok etmektir. Oysa terörist için, şiddet bir amaç değil bir araçtır. Terörist için önemli olan o insan ya da insanlar değil, onları öldürdüğü zaman toplumda yaratacağı etkidir. Bir trene bomba koyduğunda, trende kimlerin olduğu, ölecek olanların kimliği doğrudan bir önem taşımaz. Terör eylemlerinde psikolojik sonuçlar, fiziksel hedeflerden çok daha önemlidir.

Öldürülen Mehmetçikler arasında Kürt kökenli vatandaşlarımızın olması karşısında terörün masum yüzü ortaya çıkarılarak artık analar ağlamasın sloganları atanların anlamadıkları şey terörün öldürürken hedef seçmediğidir. Seçtiği hedef, toplumun en masum, canı en çok yanacak kesimidir sadece. Terörün gözünde maktuller yalnızca cesettir, eylem en büyük amaçtır.

Birçoğumuz niçin hep garibanlar ve yoksullar ölür diye, sorarız. Çünkü en çok onların canı yanar. En kolay düzene karşı onlar küser, en kolay onlar isyan eder, en kolay onlar öldürülür, çünkü en korunmasız olanlar garibanlardır. Ve terör stratejisi maliyeti en düşük yolla en çok hasarı sağlamak üzere kuruludur.

Fakat son zamanlarda terörün bu gerçek boyutları unutturulmak istenircesine âdete cici, sevimli bir PKK yaratılmaktadır. Sanki onların hedefi istikrarsızlık ve Provakasyon değildir. PKK bu ülkede demokrasinin ve ekonomik kalkınmanın düşmanı değildir de asıl amacı Kürtlerin siyasal haklarını savunan meşru bir sivil örgütlenmedir (!)

Doğal olarak onun öldürmekle hiçbir işi olmaz. Bu tür terör eylemlerini kandildeki cici çocuklar değil olsa olsa iç ve dış mihraklar yapmıştır (!)

Sanki PKK terör örgütü bu zamana kadar eylemelerini yalnız başına yapıyormuş da. PKK terör örgütünün uluslararası bir terör örgütü olduğunu, lojistik, ekonomik ve askeri birçok devlet ve örgüt tarafından destek aldığını bilmeyen mi var Allah aşkına!

PKK terör örgütünü Türkiye’deki Kürt vatandaşlarının siyasal hakları ile ilişkilendirmek, onun uluslararası terör stratejisi ile ilişkisini karartmaktadır. Oysa 1980 öncesi olduğu gibi bu ülkedeki Marksist-Leninist terör örgütlerinin liderleri niçin daima Batı’da konuşlanmaktadırlar? PKK terör örgütüne silah ve ekonomik yönden lojistik sağlayan dış mihraklar kimlerdir? PKK bu ülkedeki terör eylemlerine her zaman ve daima bağımsız olarak kendi mi karar vermektedir?

Tokat’taki hain saldırıya komplo diyenlerin yukarıdaki sorulara açık ve cesur cevapları var mıdır dersiniz. Yaşanan bu olay bir kez daha Türkiye’de terör konusunda hala kafaların çok karışık olduğunu göstermiştir. Maalesef bir terör konseptinden yoksun olduğumuzdan, terörle mücadele konusunda da toplumun her kesiminde tam bir keşmekeşlik hâkimdir. Teröre karşı geniş ve derinlikli bir konsepti eş güdümlü olarak yürütecek kurumsal bir yapılanmaya gidilmemesi büyük bir boşluk oluşturmaktadır.

Özellikle son zamanlarda Irak’ın Kuzeyinde gerçekleşen olaylardan sonra Türkiye’de insan hakları, demokrasi ve yoksulluk gibi meseleler PKK sorunu ile özdeşleştirilerek çatışmanın kültürel temelleri derinleştirilmektedir.

PKK teröristlerini kader kurbanı, masum, melek yüzlü kahramanlar gibi karşılayanlar ve onun eli kanlı liderlerine siyasal özgürlük savaşçısı paşa muamelesi çekenler bir gün kendilerini de yakacak bir cehennem çukuruna odun taşıdıklarının farkında mıdırlar bilinmez.

Türkiye’de terörü her biçimiyle reddetmesi gereken aydınların bu şekilde terörü gölgeleme oyunuyla meşrulaştırdıklarını görmek oldukça vahimdir. Şiddet demokrasinin önündeki en büyük engeldir. Şiddeti kutsamanın ve onu meşru bir hak gibi göstermenin kardeşlik ve demokrasiye hizmet etmeyeceğini görmek gerekir.

Ahmet İnam üstadımızın dediği gibi; Türkiye'de yıllarca ezilmiş, hakkı yenmiş insanlar var. Bu insanları etnik bir etiketle tanımlamak, sorunun çözümüne yanlış yerden başlamak demektir. Karnını doyurmayı, iş sahibi olmayı, geleceği güvenle bakmayı bekleyen milyonlara karşı devlet sorumluluğunu etnik bir etiket altında dağıtmaya başlayacak olursak, o zaman dağlardan yer beğenmek gerekmeyecek midir?

Gerçekten bu ülkede barışın sesini ne zaman duyulabiliriz, derseniz. Benim inancım odur ki, toplumun kimsesiz, yalnız ve garip Serap Eser’leri sessizce gömülmediğinde barışın sesi yeniden duyulacaktır.

Terörün kimsesizlerin dahi canını acıtamayacağını gösterir şekilde büyük kalabalıklar tarafından Serap’lar bir melek gibi toprağa koyulduğunda, yalnız olmadıklarını anlayacaktır kurbanlar .

Bu ülkenin inanç ve vicdanının sesi olması gereken Diyanet işleri her masum teröre kurban verildiğinde o geceyi mevlitler, selâlar ve dualarla geçirmeyi alışkanlık edindiğinde, terör bir kez daha bu ülkenin insanlarının içindeki inancı öldüremeyeceğini anlayacaktır.

Provokasyona, komploya velhasıl teröre kurban verdiğimiz yedi yiğidin ve bir meleğin ruhuna el-Fatiha…