TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

THE MİLİYETÇİLİK: MADE in US
Doç. Dr. Hilmi DEMİR

ABD Başkanı Obama’nın televizyonlardan canlı olarak yayınlanan yemin töreni Türkiye’de bazı yazarları cezb etmiş. Sanki seyr-i süluku ruhanide, cezbi iczaba gelen insanlar gibi aynı yöne dönmüş milyonların hali kimi büyülemez ki. Bir ritüel havasında geçen tören karşısında hangi kuvvet bu yığınları bir cazibe merkezi gibi etrafında topluyor diye sormamak elde değil. Taha AKYOL Obama ve milliyetçilik, Ertuğrul ÖZKÖK Maazallah bir kurt çıksaydı başlıklı yazılarında bu kuvvet-i ruhani’nin Milliyetçilik olduğu tespitini yapmışlar.

Liberal, çoğulcu demokrasinin tecelli-i timsali bir devlet nasıl olup da uzlaşmaz farklılıkları bir potada eriterek bizdekilerin bile gözünü yaşartan bir milliyetçiliği inşa edebilmiştir? Şimdi bu soruya yine hani şu meşhur, bir potada eritme, asimilasyon, entegrasyon, inkültürasyon, Hıristiyanlaştırma gibi politikaların ABD’de ne kadar ince, bilimsel, kamusal bir stratejiyle uygulandığını hatırlatarak cevap versek acaba bizdeki liberal elitleri küstürmüş olur muyuz?

Yinede ben Obama’nın yemin töreninde ABD malı bir milliyetçiliğin hangi semboller ve simgeler üzerine kurulduğunu okumayı sürdürerek ABD malı liberalizme katkı yapmak istiyorum. Çünkü Milliyetçiliği duyduklarında tüyleri diken diken olan Türkiye’deki liberal elitlerin ABD malı bir milliyetçiliğe ne diyeceklerini çok merak ediyorum. Madem ki made in US damgası yiyen her şey bir başka güzel hani milliyetçiliğin önüne de The eki getirerek The Milliyeçliği bu millete yutturamaz mıyız diye aklıma gelmedi değil.

Hulasa-i kelam şu ihtişamlı törene baktığımızda ne gördük; Amerikan milli kimliğini, milli ruhunu yücelten bayraklar, milli semboller, irad edilen söylevler, özel üniformalı askerler ve İncil üzerine yapılan yeminle son bulan seremoni…

Kutsal Roma İmparatorlarının taç giyme törenlerine taş çıkartırcasına ihtişamlı, Sezar’ı çatlatırcasına görkemli. Beyaz Saray katedralinde gerçekleştirilen bu tören, tarihin zaman tünelinden günümüze ışınlamış bir Roma İmparatorunun taç giyme ayinidir aslında. Roma imparatorluk kültüne dayanan bu seremonideki görkem ve ihtişam, imparatorun gücünü ve yasallığını simgeler. Bir dini lider eşliğinde yapılan yemin Tanrı’nın Amerikan halkının yanında olduğu ve kutsandıklarını gösterir. Roma’da askerler taç giydirirken, Bizans’da din adamlarına bu yetki verilmiştir.

Ayinde kullanılan siyah ve kırmızı rengin yoğunluğu oldukça anlamlıdır. Kırmızı zeka, sertlik ve şan’a, siyah da krallık’a tekabül eder. Ertuğrul Özkök’ün bizdeki Kurt sembolüyle kıyasladığı Kartal ise malumu olduğu üzere Roma kartalıdır.

Seyrettiğiniz şey yalnızca siyasal bir seçimle iş başına gelmiş bir başkanın yemin töreni değildir. Temelini sosyal ibadetten alan, Roma ve Bizans İmparatorluk ve kahramanlık kültüyle yoğrulmuş, tebaanın tapınma, itaat ve yüceltme duygusunu kamusal alana taşıyan bir hükümdar kültünün temaşasıdır.

Türkiye’de Liberal ve Jakoben elitlerin anlayamadıkları “din ve iktidar” ilişkisinin ne kadar karmaşık, yüzyıllar boyu süre giden bir sistemin özünü oluşturduğunu; tarihin ve kültün toplumların hayatlarında ne kadar köklü olduğunu gösteren bir ayindir bu.

Çünkü Roma’da din ve iktidar genellikle gücü ve yönetimi sağlamak amacıyla birlikte kullanılmış, var olan iktidara karşı bağlılık ve sadakatin arttırılması ve düzenli hale getirilmesini sağlamak için her türlü iletişim araçları ve alanları kullanılarak belirli imparatorluk mesajlarının yerine ulaştırılması sağlanmıştır. Böylelikle hem imparatorun gücü ve iktidarı sağlanmış hem de halk bu sistemin içinde kendine bir yer bulmuştur. İmparator tanrı benzeri olarak tanımlanmış ve iktidarını korumak ve yaygın hale getirmek amacıyla tanrısal nitelikler yüklenerek, hem dünyevi hem de ölümsüz kişiliklere bürünerek tanrılar katına çıkartılmıştır. Bu gün yemin edenler Tanrı’nın çocuklarıdır.

Bu törenden hareketle bize bir The Milliyetçiliğin ne kadar güzel olduğunu söyleyenlerin aslında kültlerle, dinsel inanışlar ve sembollerle bezenmiş bir Kutsal Roma inşa ettiklerini biliyorlar mı dersiniz.

Amerikan malı The Milliyetçilik böyle bir şey işte. Ola ki Taha Akyol ve Ertuğrul Özkök’ün yazılarını okuyup The Milliyetçilik bizim Türk Milliyetçiliğinden daha iyiymiş, daha medeni, daha uygar, daha batılı falan deyip yanılmayın.

Şimdi biz bu gençliğe kültür ve medeniyet bilincine dayalı bir Milliyetçiliği bile öğretirken çekmediğimiz çile kalmazken made in US tarzı bir The Milliyetçiliği nasıl anlatmayı göze alabiliriz. Erol Güngör bile fazla gelirken İsmet Özel’in Türk Milliyetçiliğinin birkaç gömlek daha üstü olan The Milliyetçilik, asla olmaz bence. Bırakın Osmanlı’yı Tarihten Hunları diriltip tüm İmparatorluk kültlerini ve İslam’ın hilafet makamını üst üste koyacaksınız bir de buna Türkiye Cumhuriyeti’nin Ayyıldızlı Hilalini ekleyeceksiniz. Sonra da Gazi Mustafa Kemal’i gelmiş geçmiş tüm Türk ve İslam devletlerini küllerinden yeniden dirilttiği için saygıyla selamlayacaksınız.

Ve bu topraklarda yaşayan tüm Afrikalı, Asyalı, Avrupalı, Arap, Kürt ne olursa olsun herkesin bu kültün önünde saygıyla eğilmesini, kendi ata kültleriymiş gibi de bu imparatorluk kültlerine iman etmelerini sağlayacaksınız. Etmeyenlerin başına bomba yağdıracaksınız. Hani şu asimilasyon, entegrasyon…. politikalarını yani bir devlet ve kamu iradesi olarak eksiksiz uygulayacaksınız.

Zira ABD nüfusunun çoğunluğunu Afrika, Asya ve Hint kökenli göçmenler oluşturmasına rağmen, kamusal alanda Roma, Bizans ve Avrupa kültürüne bağlı bir kültün egemenliğinin paylaşılması ancak asimilasyon ve entegrasyon politikalarına bağlı bir eğitim modelinin başarısına bağlanabilir.

Bizdeki eğitim ortada, baktık ki Türkçede öğretemiyoruz acaba Kürtçe öğretmeyi başarabilir miyiz dedik.

Karada denizde nerde olursa olsun petrol ya da doğal gaz görürseniz ya benim olur ya da kimseye yar etmem diyerek, fetih seferlerine çıkacaksınız. Ola ki isteyerek, kendi rızası ile vermeyeni hemen demokrasi düşmanı ilan edip uygarlaştırma eğitimine başlayacaksınız. Astığınız, kestiğiniz, biçtiğiniz ve de ısırttığınız hiçbir şeyin hesabını vermeyeceksiniz.

Ya biz şurada üç teröristin hesabını veremezken tüm dünyaya terör estirmenin hesabını nasıl verelim.

Yani şimdi ABD’ye bakıp “Ah! ne millet ama” diyerek ağzının suyu akan yazar çizerlerin Milliyetçilik deyince neden bir tuhaf olduklarını anla anlayabilirsen. (Taha Akyol üstadımız bir nostalji yapmış olabilir mesela) Acaba Milliyetçiliğin Millet olma ile ilgisini mi kuramamışlardı? Ya da Millet olmayı İllet olma mı anlamışlardı? Ya da Milliyetçiliğin paketinde US ya da NATO bandrolü mü olmalıydı?

Milleti bir arada tutan tüm değerleri ve sembolleri gericilik sepetinin içine koyup kaçmasın diye Mamak Askeri Cezaevine kapatıp bandrollüleri dışarıda bırakırken aklınız nerdeydi diye sormayalım mı şimdi!

Fark! Fark! Fark! Diye bu milletin her bir taşını ayrıştıranlar, üzerinde US bandrollü bir The Milliyetçiliğe sıcak bakarlar mı dersiniz. Bence hayır. Çünkü başında The olsa da adı Milliyetçilik. Ayrıca dünyaya her şeyi ihraç eden ABD tek ABD tarzı bir milliyetçiliği pazarlamaz. O zaman tek kutuplu bir dünya nasıl mümkün olur, düşünsenize. Biz elimizdeki liberallerle idare edelim şimdilik. Nasıl olsa üstadımız Mümtaz’er Türköne’de Son Ülkücü’yü yazdı. The END.