TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Uygur Türkleri Can Çekişirken Anadolu’da Kim Rahat Uyuyabilir?
Hilmi DEMİR

Türkiye’de uzun yıllardır anlamadığımız, anlayamadığımız çevremizde tutuşan her kıvılcımın Anadolu’da bizi yaktığıdır. Filistin’de, Irak’da, Bosna’da, Karabağ’da ölen her Müslüman ve Türk’ün Anadolu’da bizim kucağımızda can verdiğini, ruhunu teslim ederken yüreklerinden akan her damla kanın bizim avuçlarımıza düştüğünü ne zaman anlayacağız, bilemiyorum.
Ne kadar büyük bir sorumluktur bu, Türk’ün omuzlarına vurulmuş ne ağır yüktür bu! Bazen Akif gibi;
Tecelli etmedin bir kere, Allahım, cemâlinle!
Şu üç yüz elli milyon ruhu öldürdün celâlinle!
Diyerek haykırmak geliyor. Sonra yine sus ey bedbaht sen ne yaptın? İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır, İlahi kelamını hatırlatışı geliyor Akif’in ve suskunluğa sığınıyorum.

Karanlığın girmeye korktuğu bu coğrafyada başlarını kendi çukurlarından çıkarmaya korkan bir güruhun lafazanlığıyla gözlerimiz daha ne kadar bağlanacak? Aklımız daha ne kadar tutulacak yalancı fecirlerin gün batımına?

Belgeydi değildi kavgasıyla birbirimizin hesabını görme telaşına kapılırken, olayların son bir ayda nasıl hızla aktığını görebildik mi dersiniz? Hiç sanmıyorum. Bazen tavşana kaç, tazıya tut diyenin hep aynı masalcı olduğunu unutuveriyoruz. Oysa masalı anlatanlarla, masalın kahramanlarını uyduranlar çoğu kez aynıdır. Her yazar kendi kahramanlarını, kötülerini, aptallarını kendi seçer, rolleri kendi dağıtır. Biz bu coğrafyada hep ya geçmiş atalarımızın kahramanlıklarını ya da başkalarının yazdıkları masalları anlattık. Yes we can, derken bile hala kopya çekmeye devam ediyoruz.

Uzun yıllardır kendi rüyalarımızı görmeyi, kendi masallarımızı yazmayı, kendi kahramanlarımızı anlatmayı o kadar özledim ki, tüm masalları masum çocukluğuma gömdüm. Bu coğrafyada anlatacak masallardan daha çok hatırlanacak acılarımız var artık. Bosna Srebrenitsa, Dağlık Karabağ Hocalı, Filistin Gazze, Irak Kerkük, Doğu Türkistan Sincan…sizler için ağıt yakacak ozanlarım bile yok, affedin beni. Şerife Bacım yok ki, Çanakkale’de şehit düşen karındaşı Ali Osman gibi sizler için ağıtlar yaksaydı da, dilden dile acılarımı anlatacağım türkülerim söylenseydi;
Kanatlarım yoktur çırpınıp uçmaya,
Dizlerim tutmuyor karlı dağlar aşmaya,
Ellerim ermedi helallaşmaya,
Felek beni taşa çaldı neyleyim.
Acılarına ağıtlar, kahramanlarına bozlaklar söyleyecek ve ölülerine mersiyeler düzecek ozanları olamayan bir toplum hafızasını yitirmiştir artık. Doğu Türkistan’da sokaklarda yatan Uygurların cesetleri karşısında soğuk, hissiz, duygusuz bakan gözlerin arkasında bırakın bir hafızayı, anlayan bir beynin bile olduğunu varsaymak imkânsız.

Şimdi bu topluma nasıl anlatabilirsiniz ki, on gün önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Urumçi’ye giden İlk Türk Cumhurbaşkanı olmasının gururunu yaşarken Doğu Türkistan tarihinin en kanlı olaylarından birinin yaşanmasının bir tesadüf olmadığını.
Son bir ayda yaşanları hatırlatsam acaba! Biz kendi içimizde birbirimizin gırtlağına sarılırken çevremizde nelerin değişmekte olduğu anlaşılabilir mi?

  • Kırgiztan’da ABD’nin iptal edilen Askeri üssü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün desteğiyle yeniden ABD’nin elinde kaldı.
  • ABD Afganistan-Pakistan (AF-PAK) hattında Irak’daki Felluce askeri hareketinden sonraki en büyük askeri harekâtı ya da sivil katliamı Obama’nın emriyle başlattı.
  • Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Doğu Türkistan’da Urumçi’ye giden İlk Türk Cumhurbaşkanı oldu.
  • ABD Rusya ile nükleer silahlar konusu dahil 8 ana madde üzerinde anlaştı.
  • Rus Başbakanı Putin, Türkiye’ye gelmeye karar verdi.
  • ABD, İsrail İran’a saldırırsa engel olmayacaklarının altını çizdi.
  • Rus Patriği Türkiye'ye geldi ve Ortodoksluğun merkezinin Türkiye olduğunu açıkladı.
  • Doğu Türkistan Sincan Bölgesinde Uygurlar katledilmeye başlandı.

Bütün bu olaylar arasında nedensel değil, anlamsal bir bağ olmadığını iddia etmek oldukça zor gibi. Bu olaylar arasında nedensel bir ilişki olmayacağına özellikle vurgu yapmamım nedeni sosyal ve siyasal olaylar arasında fizik biliminde olduğu gibi nedensel ilişkiler olmayacağındandır. Özellikle siyasal olaylar stratejik hedefler doğrultusunda anlamlı eylemler olduklarından bunlar arısındaki ilişki ancak yorumlanabilir.

Bu nedenle de yukarıda yer alan tüm bu olayların bizce üzerinde durulması gereken anlamlı ilişkileri vardır. Türkiye’de çevremizde yaşanan her tikel olayı kendi başına başarı ya da hezimet mantığı açısından değerlendirmeye alışmış, kavga psikolojisi ile her şeyi iç iktidar mücadelesine tebdil etme çabası içinde olanların bu kadar farklı olay arasında anlamlı bir bağıntı kurması elbette zordur.

Dünyada genel denge ya da düzenin çoğu zaman bölgeler arası gerilim ve çatışma alanlarına bağlı olarak kurulduğunu anlamamız lazım. Obama’dan bir barış elçisi gibi bahsedenlerin, pax-americano’yu bir barış gölü gibi hayal eden kuğu beyinli aydınların aksine yeni dünyada ABD ve Rusya’nın yeni gerilim ve çatışma alanları üzerinden dünyaya düzen verdiklerini söylüyorum.

2001 yılında Doğu Türkistan muhalefetinin Türkiye’deki faaliyetlerini kısıtlarken Türkiye, ne kadar Çinli turist gelebilirin hesabını yapıyordu. Türkiye dışına çıkarılan Uygur muhalefeti böylece ABD’de gözetiminde sürgün hükümetini kurdu. Kim bilir belkide birileri bizim liderlerin kulağına aman bu Uygurları dışarı çıkaralım Çin’le aramızı bozmayalım diye fısıldamış da olabilir di.

Oysa şimdi Doğu Türkistan başka hesapların ve planların tam ortasına düşüverdi. Keşfedilen zengin petrol ve doğal kaynaklar bölgeyi bir anda daha da önemli hale getirdi. Pekin, Rusya ve Orta Asya ülkeleriyle yaptığı dev enerji projelerini bu bölge ile birbirine bağladı. Artık Uygur kartını elinde tutanların bu karta yaptığı yatırımı kâra dönüştürme zamanıdır. Demek ki dün Ermeni diasporasına sahip çıkan ABD’nin bu gün Uygur diasporasına sahip çıkması aynı stratejinin farklı araçlarından başka bir şey değildir aslında: Bölgedeki gücü için gerilim ve çatışma kartını elinde tutma.

Uluslararası güç dengelerinin bölgeyle ilişkisi açısından Uygurları bekleyen en büyük açmaz Rus, Çin ve Amerikan rekabeti arasında kullanılmaya hazır bir gerilim hattı olmasıdır. Filistin, Kürt, Ermeni ve Uygur kartı hep birilerinin eliyle masaya açılıyor. Biz bu masada ne mi yapıyoruz peki! Birilerinin bu masada bize başrol verileceği yönünde büyük umutları var. Benimse bu rolün birileri tarafından kimsenin önüne atılmadığı aksine zorla, çalışarak bezende karşınızdakinin bileğini bükerek kazanıldığı yönündedir. Akif’in dikkat çektiği Kur’an ayetinde olduğu gibi: İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.

Oysa biz ne zaman yenidünya düzeninde yeni roller dağıtılmaya başlasa içerde çok büyük karşıtlık ve kamplaşma içinde enerjimizi tüketmeye başlıyoruz. Ve nedense bu kavgada vur! Vur! Daha çok sık boğazını! diye dışardan gazel okuyanlarda hep zoru görünce sıvışanlar oluyor. Bu arada birbirimizin boğazını sıkmaktan, gözünü oymaktan, ayağından çekmekten vakit kalırsa ne olup bittiğini de anlayacağız elbette.

Hülasa Uygurların acısını bile yaşayamadan yeni acılara, kardeş kavgalarına, bölgede yeni katliamlara tanık olmaya devam edeceğiz bu kafayla. Ne diyelim son sözü Said Nursi’ye verelim, belki o unuttukları Lem’a’lardan bize bu gün durup düşünme zamanı olduğunu yeniden hatırlatabilir;
Hâricî düşmanın hücumunda dâhilî münâkaşatı terketmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer Âyât ve Ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp; bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz…

Doç. Dr. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Türk Ocakları Çorum Şubesi Başkanı