TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

“Mangurt” Değil “Közkaman”

Aralarında profesörler ve doktora öğrencileri bulunan 1100 kişilik bir grup akademisyen, Güneydoğu’daki son olaylar hakkında bir bildiri yayınladılar. Birkaç ilçede mevzilenmiş PKK teröristlerini temizlemekte olan ordu ve emniyet güçlerinin operasyonları yüzünden Türkiye Cumhuriyeti’ni “Kürtler ve bölgedeki diğer halkları katliam ve sürgüne zorlamak” suçuyla yaftaladılar. Bildirinin amacı açıktır: Batı medyasına Türkiye aleyhinde malzeme vermek ve PKK’ya destek sağlamak. Yani psikolojik savaş oyunlarından kaba saba bir örnek…

 

Bu hareket “fikir özgürlüğü”, “akademik özgürlük” ve “bilim adamı” imtiyazı ardına siperlenerek, Türkiye’ye yapılan bir saldırıdır. Bunlara karşı üniversitelerden, siyasi çevrelerden, sivil toplum kuruluşlarından, basından bazı tepkilerin gösterilmesi, kaçınılmazdır. Nitekim Türkocakları’nın öncülüğü ile 2577 akademisyen ve 1178 sivil toplum kuruluşu temsilcisi tarafından bir karşı bildiri yayınlanmış, basında bazı tartışmalar yapılmıştır. Bunlarda şaşılacak bir şey yok. Ancak devletin en yüksek temsilcileri tarafından bildiricilere karşı harareti yüksek suçlamalar yapıldı. Böylece bildiri olayı, Türkiye ve dünya kamuoyunda üst seviyede karşılığını bulmuş ve işi tezgâhlayan ekip de amacına ulaşmış oldu. Hayal edemeyecekleri kadar bir şamata çıkarmış oldular. Ardından birçok ülkeden 216 akademisyen tarafından bir bildiri yayınlandı. Türkiye’deki “akademisyenlere” destek verilerek, onların “akademik özgürlüğü” savunuldu, Türkiye Cumhuriyeti kınandı. AB sözcüleri ve ABD’nin başkan yardımcısı tarafından yapılan açıklamalar da tuz biber oldu. Bunlar da işin başında hesaplanmış ve tezgâhlanmış destek atışlarıdır.

 

Üniversitede öğretim üyesi olan genç bir dostum, Türkiye’yi karalayan bildiriye öfkesini dile getirirken, imzacılara “mangurt” sıfatını yakıştırıyordu.

 

İtiraz ettim: “Bunlara mangurt denmez, bunlar közkaman…”

 

***

 

“Mangurt” kavramı, rahmetli Cengiz Aytmatov’un Borandı Beket / Boranlı İstasyonu romanıyla dünya edebiyatına girerek yaygınlaşmıştır. (Bu roman, Türkiye’de “Gün Olur Asra Bedel” adıyla yayınlandı.)

 

“Mangurt” bir Kırgız efsanesinden alınmıştır: Eski çağlarda Kırgız – Kalmak savaşlarında esir düşen genç kölelere, ömür boyu sadakatlerini sağlayabilmek için, kendini ve köklerini unutturmak amacıyla bir beyin ameliyesi uygulanır. Genç köle, bin bir eziyetle aptallaştırılır, kişiliği parçalanır ve dengesi bozulur. Burada bırakılmaz, saçları kazınır, yaş sığır veya deve derisi ile yaralı başı kat kat sarılır, ince deri sicimlerle sımsıkı bağlanır. Bu sargıya “çire” denir. Yere uzatılır, el ve ayak bileklerinden kazıklara bağlanır. Gündüz kavurucu güneş altında, gece buz gibi ayazda günlerce, haftalarca aç ve susuz yatırılır. Kafasını saran yaş deri kurudukça sıkar, kemikleri çatırdamaya başlar, acılar içinde gece gündüz inler. Kazınmış saçları yeniden çıkar, kupkuru çireye işleyemediği için ters dönüp kafasına batar, gün geçtikçe uzayan saçlar binlerce iğne gibi etine işler ve sinirlerini tahrip eder. Bedeni uyuşur, kendini kaybeder. Sonunda ya ölüp kurtlur, ya da aklı uçar. Bu akıl uçukluğu ile zihnindeki her şey silinir; kim olduğunu, nereden geldiğini hatırlamaz olur; adını, ailesini bilmez, bön bön bakan bir zavallı yaratığa döner. Artık o bir mang kafalıdır; “mangurt” olmuştur…

 

Mangurt, efendisinin verdiğini yer içer, onun emrettiği her şeyi hiç tereddütsüz yapar, ölümüne sadık bir kaba güç sahibidir. Korkmayı da bilmeyen mangurtlar, savaşta kendi ulusuna karşı ön saflarda sürülür. Zavallı kimle savaştığını, kimi, niçin öldürdüğünün farkında değildir. (Aytmatov’un romanında, esir düşmüş oğlu için yüreği yanan, onu aramaya çıkan ana, yavrusunu bulur, kurtarmaya çalışırken mangurtlaşmış oğlu tarafından öldürülür…)

 

Rahmetli Aytmatov, çağımızda insanoğlunu mangurtlaştırmanın metodları, topyekûn mangurtlaştırma tehlikesi ve endişesi üzerinde düşünürken bu romanı yazmak düşüncesi doğmuş. Bunu, Muhtar Şahanov’la sohbetlerinden meydana gelen “Kuz Başındaki Avcının Çığlığı” isimli kitapta anlatıyor. (Bu kitabı Kazakistan’da ilk basıldığı sırada Türkiye’ye getirmiş, Banu Muhyaeva kardeşimle beraber Türkiye Türkçesine aktarmış ve 1998 yılında yayınlamıştık.)

 

Evet, mangurt; kendini, soyunu bilmeyen, anasını tanımayan, geçmiş ve geleceği silinmiş, mang kafa olmuş; sadece efendisini bilen, ona sadık, onun her emrini yerine getiren, robotlaştırılmış zavallı insandır.

 

Aytmatov, çağımızda insanın ve toplumların mangurtlaştırılması endişesini boşuna duymamıştır. Tek kişiden daha korkuncu toplumların mangurtlaştırılması, bunun için de uzay teknolojisi ve medyanın kullanılması gibi düşünceler bu endişenin kaynağıdır.

 

Aytmatov’un kitapları, 150 kadar dilde yayınlanmıştır. “Mangurtizm” kavramı, o zamanki Sovyet ülkelerinden başlayarak dünyaya yayılmıştır. Emperyalist güç merkezleri tarafından, kendi milletine, devletine, kültürüne karşı savaştırılmak, kullanılmak üzere; değişik yollarla “beyni ele geçirilerek” köklerinden koparılmış, kesin sadakati elde edilmiş insan tipine “mangurt” deniyor.

 

***

 

Bildiri yayınlayıp, “Türkiye Cumhuriyeti, Kürtleri ve bölge halklarını katlediyor.” diyerek, efendilerini Türkiye’ye müdahaleye davet eden akademisyen takımı, asla mangurt değildir. Çünkü onlar ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Böylelerine “közkaman” denir.

 

“Közkamanlık” da Kırgız derin kültüründen gelen bir kavramdır. Halen dipdiri yaşayan, dünyanın en büyük destanı ünlü Manas Destanı’ndan aldığımız bir mirastır: Kalmak Hanı Esen Han, Manas’ı savaşla yenemeyeceğini anlayınca ‘Kırgızları, Kırgızlara kırdırmak…’ gibi bir hileye başvuruyor. Manas’ın amcasının oğulları, Kalmak yurdunda, Kalmak terbiyesi ve kültürü ile yetişmişlerdi. Onları kullanarak, Kırgız’ı içerden vurma oyununu kurar, kendileriyle anlaşma yaparak Manas Han’ın yanına gönderir. Servet ve mevki kazanmak hırsıyla, düşmanla iş birliğine girişen, düşman elinde maşa olan bu akrabaların adı destanda ‘Közkamanlar’ olarak anılır. Közkamanlar, Kırgızeli içinde kargaşa çıkaracak, toplumu birbirine düşürecek, kardeşi kardeşe kırdıracak fitneyi kaynatacaklardır. Manas Han, kendisini uyaran, Közkamanların kötülüğünü anlatmaya çalışanlara inanmaz. Bu gafletin bedeli ağır olur…

 

Kazakistan’ın yetiştirdiği büyük bilgin, Türk kültürü ve tarihinin emektarı Prof. Dr. Rahmankul Berdibay’ın “Baykal’da Balkan’a” isimli kitabı; Türk Dünyasında aydınların, tarihi nasıl değerlendirmeleri, günümüze ve geleceğe nasıl bakmaları gerektiğini işleyen, tarihî hafıza ve millî bilincin hayatî önemini anlatan bir kitaptır. (1996 yılında Türkistan’da Ahmet Yesevi Üniversitesinde çalışan yeğenimiz Günhan Kayhan, kitaptaki “Közkamanlar” başlıklı bölümü tercüme ederek göndermiş ve Bilig (3) dergisinde yayınlamıştık. 1997 baharında, Kazakistan’da tanıştığımız Berdibay Hoca’yla, kitapta işlenen konular üzerinde koyu bir sohbet imkânı bulduk. Birkaç ay sonra da kitabı Türkiye’de yayınladık.)

 

Rahmetli Berdibay Hoca, zamanımızdaki közkamanlık, metotları ve tehlikesi hakkında derin tahliller yapmıştır: 

 

“Öz halkının has düşmanı olan, nihayetinde kardeşlerinin bedduasına uğrayan Közkamanlar, tarihin her devrinde boy göstermişlerdir. Közkamanlık ruhu, her zaman dirilmeye hazırdır. Çünkü o, uygun bir ortam yakaladığı anda yeniden canlanıp etrafa dehşet saçacak, kronikleşmiş korkunç bir hastalıktır.

 

… Közkamanlar, milletinin yüreğindeki acıyı, ufkundaki ümit ve hayalleri asla hissedemezler. Halkına ait atasözle­ri, türkü, şiir ve tarihî derslerden hiç etkilenmezler. Onların günümüzdeki halefleri ise, öz vatanında bile halkına yaban­cılaşmıştır.

 

… Kendi milletinin tarihini bilmemek ve bilmek iste­memek, közkamanlığın işaretidir. Onlar, dünyadaki güzelliklerin hepsini başka memleketlerde arar, kendi ülkelerinde övünülecek ve örnek alınacak hiçbir şeyin olmadığını düşünürler.

 

“…Mangurtluk” ve “közkamanlık” birbirinden farklı iki karakterdir. Kim­ olduğunu bilmeyen, sadece yeme içme gibi hayvanî işleri yerine getiren mangurtların hâli gerçekten çok acıklı ve hazindir. Onlar uzak ile yakını, fayda ile zararı ayırt edemeyen; öz anasını bile düşman sananlardır. 

 

 

Közkamanların akıl sağlığı yerindedir. Onların çoğu üniversite okumuş, yüksek seviyeli kişilerdir. Bazıları da başka milletlerin tari­hini ve felsefesini ezbere bilenlerdir. Ağızlarından ‘adalet, insan hakları, uygarlık, dostluk, birlik beraberlik ve barış…’ gibi sözler hiç eksik olmaz. Dıştan bakınca çok güçlü hatip, derin bilgilere sahip ve dünya tarihini avuçlarının içi gibi bilen kişiler gibi görünürler.

 

 

…Bunların iyileşmez, uzun müddet tedavi gerektiren tehlikeli hastalıkları; kendi öz milletinin tarihini, medeniyetini tanımak ve bilmek isteme­meleridir. Ülkenin bütünlüğü­nü bozmak isteyenlerle anlaşıp, millî menfaatleri satmaları­dır. Bir de en kötüsü, halkın kutsal saydığı bağımsızlık ve özgürlüğün yıkılmasını isteyenlerle işbirliği yapmaları, onla­ra güç vermeleri ve millî namusu ayaklar altına almalarıdır.

 

 

…Mangurtlar aklını kaybetmiş miskinler; Közkamanlar ise, ülkemize ve milletimize bilinçli olarak saldıran iç düş­manlarımızdır.

 

Destandaki Közkamanlar ile onların şimdiki temsilci­leri arasındaki ortak özelliklerden biri; bu tiplerin dışı hoş, içi boş oluşları; kendi fıtratları gereği ve çıkarları için başka bir ülkenin bendeleri olmalarıdır.

 

 

Günümüzdeki közkamanlar, kendilerini toplumun geleceği ve faydası için çalışıyor ve bu yolda fedakârca yürüyormuş gibi gösterirler. Sözleri ve fiilleri birbirinden çok uzaktır. Toplum, onların büyüleyici sözlerinden hangisinin doğru, hangisinin yalan olduğunu bile ayırt ede­mez.

 

… Başkalarını kendisine kul yapmaya alı­şkın emperyalist düşüncenin yakın zamanda yok olmayacağı açıktır. Fakat bilinen düşmana göre, kendi içimizden çıkan, vatandaş olan ikiyüzlülerin zararı daha büyüktür. Halkımız, huzurumuzu bozmaya çalışan ve kendilerini ‘uygarlık öncüleri’ olarak gösteren bu sefil ruhlu insanların günümüzün közkamanları ol­duğunu anlayabilirse, onlardan korunmanın yollarını arar ve bulur.”

 

Cengiz Aytmatov ve Rahmankul Berdibay, Türk dünyasının iki büyük aydını. Emperyalizmin pençesinde ezilen bir milletin oğulları olarak yaşamış, nice kahredici acılarla yoğrulmuş insanlar olarak, derin bilgileri ve yaralı yürekleriyle besteledikleri dersler bıraktılar. “Mangurt” ve “közkaman” karakterlerini işleyerek, emperyalist tuzaklara karşı yaptıkları uyarı, bu derslerden biridir.

 

                                                             ***

 

Türkiyeli közkamanların boy gösterdiği birçok faaliyet alanı vardır. İlk akla gelen bir kaçını hatırlatalım:

 

Modern Haçlı Seferi’ni yürüten merkezlerin uşaklığını yaparak, “Ermeni soykırımı” yaftasını Türkiye’nin başına sıvamaya canla başla çalışırlar. Birçok ülkede faaliyet gösteren “vakıf” veya “STK” lara “akademik” raporlar ve makaleler hazırlarlar. Kitap yazarlar veya fabrikasyon kitaplara katkı sağlarlar. Televizyonlarda soykırım iddialarını destekleyen vaazlar verirler. “Soykırımı yapan o günkü yöneticiler, yani İttihat ve Terakki liderleriydi. Onların işlediği bu suçu kabul edince Türkiye’ye bir zarar gelmez…” gibi tuzaklarla, “İttihatçı sevmez” hastalığına tutulmuş siyasî kesimleri etkileyerek, Haçlı iddialarını kabule sürüklemeye uğraşırlar.     

 

Közkamanlar, Kıbrıs davasında Türkiye’nin karşısındadır. “Türkiye Ada’dan çekilmeli… Bu yükten kurtulmalı…” tezini sürekli seslendirirler. Batılı ülkeler tarafından kurulan kapanlara Türkiye’yi kıstırmaya çalışırlar. Zavallı solcu gençlere “Kıbrıs’taki faşist işgale son…” diye duvar yazısı yazdırıp, pankart açtırır, bildiri yayınlatırlar.

 

PKK terör örgütünün varlığı ve Türkiye’ye açtığı belanın, masum ve haklı temellere oturduğunu savunurlar. 1925 Şeyh Sait isyanında, 1937 Dersim olaylarında Türk ordusunun “soykırım” yaptığını iddia ederler. Yaşanmış bazı acıları kat kat abartarak, süsleyerek, eski yaraları deşerek kin ve çatışma tohumları ekerler. Terör örgütünü meşrulaştırmaya gayret ederler.

 

Türk milletinin sahip olduğu ortak değerleri değil, farklılıkları öne çıkarmaya, derinleştirmeye, çalışırlar. Etnisite ve mezhep ayrılıklarını dile dolayarak, toplumdaki kültür kümelerini ayıran çizgileri çatlak, çatlakları yarık, yarıkları uçurum haline getirmeye uğraşırlar. Bu melâneti işlerken sürekli kullandıkları kavramlar; demokrasi, insan hakları, barış gibi değerlerdir.

 

***                   

 

Közkamanlar, çok farklı kılıklarla karşımıza çıkabilirler: Politikacı, gazeteci, akademisyen, yazar, sanatçı vs. Renkleri de çok türlüdür: Liberal, solcu, İslamcı, hümanist… Demokrasi havarisi, insan hakları savunucusu, AB borazanı…

 

Közkamanlar, hizmet ettikleri devletler tarafından desteklenir, korunur, saygınlık kazanmaları sağlanır. Közkaman gazeteci ise, gazetelerde yönetici olması veya “köşeye” kurulması sağlanır. Televizyon kanallarında programcı veya “kadrolu papağanlar” olarak sürekli boşboğazlık etmeleri temin edilir. Politikada “önemli karakter” seviyesine yükseltilir. Devlet içinde stratejik kurumlara “başarılı bürokrat” sınıfına yerleştirilir. Üniversitelerde “akademisyen” oldukları takdirde, bilimle değil politikayla meşgul olmaları tercih ve teşvik edilir.

 

Közkamanlar yazar ise, yazdığı sıradan kitaplar medyada büyük gürültüyle duyurulur, hemen başka dillere çevrilerek yayınlanır, “Türkiye’den yetişen büyük yazar…” diye şişirilir. Uluslar arası toplantılara çağrılır, farklı ülkelerde konuk edilir, gezdirilir.

 

İktidar yandaşı veya karşıtı olarak sahneye çıkan közkamanlar, pek çok konuda işbirliğini iyi sürdürürler. Kullanıp istismar ettikleri çok farklı kesimler vardır: Gaflet ve dalâlet içindekiler, kör partizanlar, kendi çıkarından başka değer bilmeyenler, mangurtlaşmış tipler gibi hastalıklı çevreler; közkamanların ırgat sürüsünü oluştururlar.  

***

 

Bir bildiriye imza atanların hepsini tek sıfatla tanımlamak doğru değildir. İçlerinde farklı karakterler vardır: Irkçı – bölücülerin önemli bir ağırlık teşkil ettiklerine şüphe yok. Bazıları emperyalist gizli servislerin organı olarak çalışan “vakıflar ve kuruluşlar” tarafından devşirilmiş beslemelerdir. Kimisi, böyle bir tavrı “liberal” olmanın gereği zanneden üstün zekâlılardır. Önemli bir bölümü, kendilerini “”solcu” olarak kabul eden, solculuğu “anti millî” olmakla eşdeğer zanneden, kırk yıl öncesinin emperyalist Sovyet üfürükleriyle mayalanmış kronik hastalardır. Okumadan imzayı basmış ve güvendiği arkadaş çevresinin sürüklediği saftirikler de vardır. Okuduğunu anlamayan, zır cahil “akademisyen” olanlar da eksik değildir.

 

  Ön safta yer alanlar, hizmet arz ettikleri emperyalist merkezlerin emirlerine uyarak bu işi tezgâhlayanlar, uluslar arası bağlantıları sağlayanlar ise közkamanlardır.

 

Közkamanlar, ne yaptığını çok iyi bilir.

 

Közkaman, hangi sıfata, hangi kılığa, hangi renge bürünürse bürünsün; işi közkamanlıktır.