TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

44. Olağan Büyük Kurultay Konuşması

Aziz Türk Ocaklılar, Muhterem Misafirler, Değerli Basın Mensupları,

 

Türklüğün yılmaz savunucusu, İslam milletlerinin mühim bir rüknü olan Türk milletini yüceltme davasının yüz dört yıllık Ocağının 44. Olağan Kurultayı’na hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz!

 

Türkiye, âdeta Sırat Köprüsü’nden geçiyor. 1990’larda Türk dünyasının bağımsızlığına kavuşması ve iki kutuplu dünya düzeninin yıkılması sonucunda, hem bir belirsizlik ortamı doğdu hem de önümüze yeni ufukların açıldığı hissi hepimizi sardı. Çok geçmeden, bir yandan PKK terörü öte yandan laik-anti laik kutuplaşması yüzünden bu tarihî fırsatı layıkıyla değerlendiremedik. 2000’li yıllarda, özellikle 11 Eylül Saldırısı’nın sonrasında “İslamofobi” adı altında İslam düşmanlığının da artmasıyla Orta Doğu’yu ve bütünüyle İslam dünyasını yeniden tanzim çabaları hızlandı. Irak’ın 2003’te işgalini ve ardından yaşanan vahşeti, “Arap Baharı” adı altında birçok İslam ülkesinin duçar olduğu iç savaşlar izledi. Bugün, Irak ve özellikle Suriye’de yaşananların da etkisiyle Türkiye ciddi bir bölünme tehdidi ile yüz yüzedir. Adı değişen süreçlerle, kendi meselemizi “kendi teröristlerimiz” ile çözme girişimi, çevremizdeki konjonktürün yeterince dikkate alınmaması yüzünden 2015 Temmuzundan bu yana Türkiye’yi, çok yoğun ve maliyeti yüksek bir terörle mücadele evresine soktu. Güney Doğu’da belirli il merkezleri veya semtlerde PKK’nın başlattığı hendekli, barikatlı terör eylemleri, büyük şehirlere yönelik bomba yüklü araçlarla icra edilen alçakça katliamlarla devam etti. Türkiye’nin, bir yandan Suriye’de eli kolu bağlanırken öte yandan da içeriden kafasını kaldırmasına izin verilmiyor.

 

Yüz yıl öncesine kadar İslam âlemine dokuz asır boyunca Türk-İslam dünyasına nizam vermiş olan Türk milletinin içine düştüğü hazin durum karşısında “Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı”diye haykıran Âkif merhum, bu günleri görseydi herhâlde benzer ifadeleri kullanırdı.

 

Aziz Ocaklılar,

 

Bugün, İslam dünyasını içinde bulunduğu bunalımdan ve kargaşadan kurtaracak bir birlik diline, medeniyet tasavvuruna muhtacız. Bu, Türklüğü red ve inkâr eden bir İslamcılık anlayışıyla değil, ancak Türk-İslam medeniyetinin çağımızın şartlarında ihyası ile mümkün olabilir. Öte yandan Türk milletini tarihinden ve İslam’dan soyutlayan ulusalcı bir anlayışla da gidilecek bir yer yoktur. Türklerin binlerce yıllık tarihi vardır ve o tarih, bizim kimliğimizdir; kişiliğimizdir. Osmanlı’yı sevmek Cumhuriyet’e muhalefet etmeyi gerektirmediği gibi Cumhuriyetçi olmak da Osmanlı, Beylikler ve Selçuklu mirasını; Türk-İslam medeniyeti müktesebatını yok saymayı ya da küçümsemeyi gerektirmez. Biz, geçmişimize bir bütün olarak sahip çıkan ama ondan ders alarak geleceğe yürüyen bir anlayışla hareket etmeliyiz. Dolayısıyla bugün hem Türkiye’nin hem Türk-İslam âleminin içinde bulunduğu durumdan kurtuluşu ve yükselişi millî tarihimizden ilham alan, ortak gelecek tasavvurumuzdan güç bulan Türk milliyetçilerinin öncülük edeceği bir hamle ile gerçekleşebilir.

 

Unutmayalım ki, “Bir medeniyet, her şeyden önce bir değerler, inançlar sistemidir. Müesseseler, bu değer ve inançların birer eseri olarak ortaya çıkar.” Değerlerimizi ve inancımızı harcına koyacağımız medeniyet hamlesinin bilim ve teknoloji çıktıları insanla ve doğa ile uyumlu, çevre dostu olacaktır. Bizler, sadece tarihimizle, geçmiş kültürümüzle, medeniyetimizle övünerek bir yere varamayız; günümüzde yeni bilim ve teknoloji ürünlerinin, insanların yeni beklenti ve ihtiyaçlarının doğurduğu çevre sorunları başta olmak üzere yaşanabilir bir dünya ve sürdürülebilir bir medeniyet konuları üzerinde de araştırmalar yapmalıyız.

 

Aziz Ocaklılar,

 

Türk Ocakları olarak milletimizin geleceği olan gençlerimizi millî şuur sahibi, donanımlı fertler olarak yetiştirmek amacıyla Türk Ocakları Akademisiadı altında bir program başlattık. Bu yıl tecrübi mahiyette olan uygulamamız, geri bildirimlerle geliştirilip tadil edilmek suretiyle devam edecektir. Yaz aylarında, bu konuda bir çalıştay yapacağız ve buraya, programı uygulayan şubelerden konunun sorumlularını çağıracağız. Bu programı, ileride bir enstitü programına dönüştürmek hedeflerimiz arasındadır. Gençliğe yatırım yapmayan hiçbir hareketin ülkemizin geleceğinde söz sahibi olması mümkün değildir. Gençlerimiz siyasi, sosyal, kültürel vb. bütün alanlarda görüşlerini geliştirmeli ve serbestçe tartışmalıdır. Bunun için özellikle sanal ortam başta olmak üzere nitelikli mecralar oluşturmamız önem taşımaktadır. Değişik alanlarda çevrim içi dergiler kurup geliştirebiliriz. (Türk Yurdu-Genç Kalemler; Türk Yurdu-Bala; Türk Yurdu-Sosyal Bilimler; Türk Yurdu-Edebiyat; Türk Yurdu-Bilim ve Teknik; Türk Yurdu-Sanat vb.)

 

Kıymetli Gönüldaşlarım,

 

İslam coğrafyası, yıllardır kan gölüne döndürüldü. Yüzbinlerce insan katledildi, milyonlarca Müslüman ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Kendisini bütün Türk-İslam âleminin meselelerinde sorumlu hisseden Ocak’ımız, özellikle son yıllarda Suriye ve Irak’taki Türk kardeşlerimize ve oradan ülkemize göç etmek zorunda kalan kardeşlerimize yardım elini uzattı. Vakfımız ve şubelerimizle birlikte elimizden geldiğince onların feryatlarını dindirmeye, yaralarına merhem olmaya çalıştık. Irak’ta, Bayır Bucak’ta, Halep’te, Yayladağı’nda, Osmaniye’de, Gaziantep’te, Ankara’da velhasıl bu kardeşlerimizin bulunduğu her yerde olmaya çalıştık. Bu çabaya destek veren gönüldaşlarımıza ve üyelerimize en derin şükranlarımı arz ederim. Onların dertlerini, 2015 Mart ayında bir dosya hazırlayarak Sayın Başbakan’a da arz etmiştik. Burada şunu açıkça ifade edelim ki Türkiye maalesef ne Irak ne de Suriye’deki Türk kardeşlerimizin, bu coğrafyada geçer akçe olan askerî güce sahip olmaları istikametinde yeterli destek vermiş değildir. Son Yayladağı ziyaretimizde bize eksiklerden bahsedildi. Türk Ocağı, bir dernek ve insani yardım yapıyor. Ancak orada, bize gece görüş dürbünü bile temin edilemediği anlatıldı. Irak’ta Erşat Salihi, yıllardır bu meseleyi yüksek sesle haykırıyor. Biz, hem Suriye meselesinde hem de onunla ilintili olarak Kobani/Arappınarı meselesinde yapılan yanlışları zamanında ikaz ettik; kantonlaşmaya karşı tedbir alınsın, Süleyman Şah Türbesi yerinde muhafaza edilsin, dedik. Kimsenin Türk milletine, türbeyi taşımayı kahramanlık gibi göstermeye hakkı yoktur. Bugün gelinen noktada yapılan yanlışlar kabul ediliyor; keşke bir haksız çıksaydık!

 

Buradan, kendisine Nihal Atsız Türk Dünyasına Hizmet Armağanı’nı verdiğimiz Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşat Salihi’ye, Irak’taki kardeşlerimize; Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa’ya, cephelerdeki komutanlara ve mücahitlere selam gönderiyorum. Allah yâr ve yardımcıları olsun. Kırım Türkleri ile her zaman dayanışma içinde olduk, Rusya’nın içimizdeki destekçilerine karşı hep Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun ve yakın geçmişte zalim Rus yönetimi tarafından aşırılıkla suçlanarak faaliyetleri durdurulan Kırım Tatar Meclisinin yanında olduk. Onlara da selam olsun. Doğu Türkistan’da Çin zulmü altında varlık mücadelesi veren Uygur Türkü kardeşlerimize, onların anası Rabia Kadir’e selam olsun. Türk Ocakları olarak Türkiye’ye gelmesine izin verilmesi için kampanya yaptık. Destek olanlardan Allah razı olsun. Vatan hainlerinin ve ABD’den Çin’e, Almanya’dan Rusya’ya pek çok ülkenin gizli açık ajanlarının cirit attığı ülkemize sokulmayan bu kahraman kadınla ilgili kampanyamıza çamur atan sözde milliyetçileri de -ki maalesef bir şubemiz bu konuda hem de Yönetim Kurulu kararı alarak Rabia Kadir’e ve bize alçakça suç isnat ettiği için o şubeyi kapatmak zorunda kaldık- Allah’a havale ediyorum.

 

Aziz Ocaklılar,

 

Bölücü, etnik ayrılıkçı hareket, özellikle “açılım” ve “çözüm süreci” boyunca âdeta şımartıldı ve bugün milletçe bunun bedelini yüzlerce şehit vererek ödüyoruz. Teröristle müzakere çözüm değil, çözülme getirir; teröre verilen taviz teröristi yumuşatmaz, daha fazlasını istemesine sebep olur diyen Türk Ocağı ve Türk milliyetçilerine kulak vermediler. Bölücübaşı Öcalan’ın ve PKK’nın ipine güvenmeyin, dedik; dinletemedik. 6-8 Ekim olayları bile yetmedi. Neticede Temmuz 2015’ten bu yana yurdumuzun bir köşesi âdeta savaş alanına döndürüldü; büyük illerimizde ise canlı bomba eylemleriyle yüzlerce insanımız katledildi. Sözde çözüm sürecinde PKK’nın bölgede âdeta alternatif bir devlet yapılanmasına göz yumuldu; Kobani’ye selam gönderilmek zorunda bırakıldık; Ceddimiz Süleyman Şah’ın türbesini bile yerinde muhafaza edemez duruma düşürüldük. Temmuz’dan beri, terörle amansız bir mücadele yürütülüyor, PYD yapılanmasına karşı kesin bir tavır alındı. Zararın neresinden dönülürse elbette kârdır; ancak hükûmet çevrelerinden veya devletin tepesinin itibar ettiği bazı kişi ve gruplardan hâlâ çatlak sesler çıkıyor ve giderek de bu sesler artıyor.

 

Buradan uyarıyorum: Bir daha asla ve kat’a, terör örgütü bitirilmeden, teslim olmadan bu mücadelede hiçbir şekilde fütur getirilmemelidir.

 

Geçenlerde, “Şu şartlar olursa çözüm süreci yeniden başlar.” mealinde bir açıklama yapıldı; gelen tepkiler üzerine hemen geri adım atıldı. Yöneticilerimiz bunu asla telaffuz etmemelidir.

 

Buradan açıkça söylüyorum: Tereddüde, yalpalamaya asla müsaade edilemez. Aksi hâlde şehitlerimiz, hiçbirimize haklarını helal etmezler.

 

Bu vesileyle beka ve birlik mücadelesinde şehadet şerbetini içen yiğitlerimizi rahmetle anıyor, gazilerimizi saygıyla selamlıyorum. El’an fiilen sahada mücadele eden yiğit polis, asker ve korucu kardeşlerimizin Cenab-ı Allah yâr ve yardımcıları olsun. Onlar, bir vatan ve insanlık destanı yazıyorlar. Türk nesilleri onların bu mücadelesini daima minnet ve şükranla anacaktır.

 

Muhterem Gönüldaşlarım,

 

Yine ifade etmek isterim ki, teröre manevi veya psikolojik destek verenlere de asla müsaade edilmemelidir. Türk Ocakları olarak sözde akademisyen bildirisine karşı Türk milletinin sesini, gerçek Türk aydınlarının ve akademisyenlerinin sesini yayımladığımız bildiri ve yaptığımız basın toplantısı ile duyurduk. Yürütülen mücadele, millî birliğimiz ve devletimizin bekası mücadelesidir. Bunun üzerine, şahıs ve sistem tartışmalarının gölgesi düşürülmemelidir.

 

Aziz Ocaklılar,

 

Türkiye ateş çemberinden geçiyor. Bu süreçte, asıl üzerinde durulması gereken konu budur. Bununla birlikte kabul etmeliyiz ki, siyasi sistemimizde de ciddi bir yenilenmeye ihtiyaç vardır. Türkiye Cumhuriyeti, gökten zembille inmemiştir; tarihimizin zirve devleti olan Osmanlı Yüce Devleti’nin bir devamı olarak onun parçalanması sonucunda rejimimizi değiştirmemizle vücut bulmuştur. Kurucu felsefesi, üniter millî devlet yapısına dayanır. Bir İmparatorluk’un bakiyesiyiz. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni bir diriliş için yapılan hamlelerin bir bölümü, bugün için bize naif veya hatalı gelebilir; ancak unutmamamız gereken husus şudur: Biz bu vatanı pahalıya edindik ve bir o kadar da paha ödeyerek muhafaza ettik. Bu bakımdan, Cumhuriyet’in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına ancak ve yalnız medyun-ı şükran olabiliriz. Bugün bazılarının ucuz kahramanlık yaparak aşağıladıkları o nesil, Türk’ün ateşle imtihanında başrolü oynamıştır. O zamanın teknolojik ve ekonomik şartları düşünüldüğünde, önemli başarılara imza atmışlar; fırsat düştüğünde de, Hatay örneğinde olduğu gibi, Türk coğrafyasının gasp edilmiş topraklarını geri almak azmini yitirmemişlerdir.

 

Aziz Ocaklılar,

 

Bugün karşı karşıya olduğumuz beka meselesinin hallinin yolu, içe kapanmaktan geçmiyor; Türkiye’nin Azerbaycan başta olmak üzere Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerini geliştirmesi, bütünleşmeyi sağlaması; Türk coğrafyasındaki kardeşlerimizin sorunlarıyla yakından ilgilenmesi ve İslam dünyasında mezhep ayırımlarının üstünde ve dışında bir anlayışın neşvünema bulmasına önderlik ve öncülük etmesi gerekiyor. İçerideki fitneye karşı güvenlik tedbirlerinden ve terörle mücadeleden geri adım atılmamalı, teröristler ve uzantılarıyla asla bir daha müzakere masasına oturulmamalı; millî birliği, kardeşliği ve demokrasiyi güçlendirmek suretiyle bu belanın def’ine çalışılmalıdır.

 

Bu yıl, doğumunun 1000. yılında andığımız büyük Türk mütefekkiri Yusuf Has Hacib’in şu hikmetli sözü, her devirde geçerliliğini sürdürüyor:

 

“Ey hükümdar, şu üç şey zulüm ve tazyike sebep olur; biri beyin ihmalkârlığı ki, bundan musibet gelir. İkincisi halkın başında bulunan insanın zayıf olması; üçüncüsü de halkın bağrını yiyen tamahkârlıktır.”

 

Burada hükümdarı, bugün devleti yöneten Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Hükûmet olarak okuyabiliriz. Devletin ihmalkârlığından gelen musibetler, hayatımızın bütün yönlerinde kendisini göstermiyor mu? Özellikle, “çözüm süreci” denilen gaflet döneminde irtikâp edilen ihmallerin yaklaşık on aydır ülkede yol açtığı tahribat, yurdu yaşatmak için toprağa düşen yiğitler, yıkılan şehirler, canlı bomba eylemleri hepimizin gözü önünde cereyan ediyor. Tamahkârlığın çevreye ve şehirlerimizin tarihî ve doğal dokularına verdiği zarardan bugün bizzat Sayın Başbakan bile şikâyet ediyor. Biz, zamanında “çözüm süreci”nde PKK’nın alan hâkimiyeti kurduğunu defalarca yazdık; Sayın Başbakan’a bu süreçte benimsenen yöntemin yanlışlığını da söyledik. Keşke yanılsaydık! Bugün bu ihmal ve hataların bedelini Sur’da, Silopi’de, Cizre’de, Yüksekova’da, Nusaybin’de tertemiz alınlarından PKK’lı kalleşlerce, EYP tuzaklarıyla şehit edilen askerimiz, polisimiz, onların geride bıraktıkları ve bir bütün olarak Türk milleti ödüyor.

 

Bunların üzerinde uzun uzadıya durulabilir. Lakin gün, geçmişte yapılan veya yapıldığı iddia edilen hatalar üzerinden ülkeyi ayrıştıracak söylem ve eylemler yerine, geçmişimizi bütünüyle, hatası ve savabıyla, günahı ve sevabıyla sahiplenme; ondan gerekli dersleri çıkararak geleceği inşa etme günüdür. Yıllardır yeni anayasa tartışması yapıyoruz. 12 Eylül ürünü Anayasa’nın büyük kısmı esasen değişmiştir ancak Anayasa’nın bütünlüğü bozulduğundan yenilenmesi gerektiği fikrine katılıyoruz. Bu hususta, daha önce müteaddit defalar temel görüşlerimizi açıklamıştık. Burada kısaca bunları tekrarlamakta fayda var:

 

1. Anayasa’da, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan bütün yurttaşları kapsayan Türk milleti kavramı, yurttaşlık tanımımızın esasıdır; değiştirilemez.

2. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesinden, millî ve üniter devlet yapısından taviz verilemez.

3. Tarihimizin ortaya koyduğu bir realite olan devlet dili Türkçenin yanına başka diller eklenemez. Sosyal ve kültürel hayatta farklı dillerin kullanılmasının, geliştirilmesinin önünde hiçbir mani yoktur ama ülkenin ve devletin birliği açısından birden fazla resmî dil olamaz.

4. Türkiye; parlamenter demokrasiyi, kuvvetler ayrılığını, denge-kontrol mekanizmalarını güçlendirmeli; bu çerçevede siyasi partiler ve seçim kanunlarında, parti içi demokrasinin önünü açacak, temsilde adaleti sağlayacak köklü değişiklikler yapılmalıdır.

5. Türkiye, sihirli çözümler aramak yerine, meselelerine akıl ve bilim ışığında, kendi medeniyet birikimi zaviyesinden bakmaya çalışmalıdır. Anayasa ve sistem meselesi, tarihî tecrübesi farklı toplumların kopya edilmesine uygun bir konu değildir.

 

Muhterem Misafirler, Aziz Türk Ocaklılar,

 

Bugün Türkiye’de, sivil toplum kuruluşu adıyla faaliyet gösteren yüzlerce, binlerce kuruluş var. Hiç şüphesiz içlerinde bu sıfatı layıkıyla hak edenler de var ancak büyükçe bir kısmı tabela derneği, bir o kadarı da siyasete göbekten bağlıdır. Ülkemizde gerek iktidar yanlısı kuruluşların gerekse muhalefet edenlerin önemli bir kısmı, gerçek manada sivil toplum kuruluşu değildir. İktidar nimetlerinden faydalananlara karşı Türkiye üzerinde oyun oynayan güçlerin müzahir oldukları sözde STK’lerdir. Türkiye, gerçekten büyük bir güç olacaksa gerçek manada STK’lere ihtiyaç var. Tarihî müktesebatı ile Türk Ocakları, bugün hasbî bir şekilde Türk milletine, Türk-İslam âlemine hizmet etmeye çalışmaktadır. Bu bakımdan iktidarıyla, muhalefetiyle Türk siyasetinde rol oynayan bütün aktörlerin bu Ocak’ın sesine kulak vermesi, birliğimiz ve bekamız açısından elzemdir. Çünkü bu kutlu çatı altında birleşenler için esas olan çıkar değil “ülkü”dür; ikbal değil istikbaldir; imtiyaz değil istiklaldir. Çünkü burası, fitnenin kaynatıldığı değil, kurtuluş ve bağımsızlık ateşinin yakıldığı Ocak’tır.

 

Aziz Ocaklılar,

 

Bu Ocağın sesini daha güçlü bir şekilde duyurmak istikametindeki çalışmalarımız devam ediyor. Geçtiğimiz dönemde başta üniversite bulunan şehirlerimiz olmak üzere şubemiz bulunmayan yerlerde şubeler açmaya çalıştık. Bu çerçevede Çankaya/Ankara, Polatlı, Adıyaman, Bayburt ve Erzincan şubelerimizi açtık. Hâlen teşebbüs aşamasında olan Şehzadeler/Manisa ve Gümüşhane gibi şubeler de var. Yurt dışından gelen teklifleri de değerlendiriyoruz. Almanya Türk Ocağı şubesine ek olarak yine Almanya’da Krefeld Şubesini açtık. Bu vesileyle şunu da belirtmem gerekir ki, Tüzük’e aykırı tutum ve davranışları yüzünden kapatılan şubelerin, ancak ehil ve layık kadrolar tarafından yeniden açılması da mümkündür.

 

Sözlerimi bitirirken Türk Ocaklarının 44. Olağan Kurultayı’nın ülkemiz ve milletimiz için hayırlı sonuçlar doğurmasını temenni ediyorum. Bizlerin yükü, sorumluluğu ağırdır. Bunun idrakinde olarak nefsani taleplerimizi bir yana bırakmamız ve Türklüğün yeniden şahlanışının zeminini hazırlayacak nesilleri yetiştirmemiz elzemdir.

 

Yunus’ça birliğe çağıralım birbirimizi:

Gelin birlik olalım/İşi kolay tutalım.

Atsız’ca selamlayalım birbirimizi:

Zafer, ümit kaynağının bir çeşmesidir

Zafer, birçok gönüllerin birleşmesidir.

(…)

Gönülleri birleşenler, selam sizlere!

Uzaklarda dertleşenler, selam sizlere!

 

Ve nihayet merhum Galip Erdem ağabeyimizin “Türk milletini sevmekte birleşenler, birbirlerini sevmeye birleşmekte de mecburdurlar.” sözleriyle hepinizi en içten duygularımla ve saygıyla selamlıyorum.