TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

BÜYÜK ORTA DOĞU YANGINI

BÜYÜK ORTA DOĞU YANGINI*

Küresel egemenlik savaşının paramparça ettiği coğrafyamız, bu defa da İsrail’in İran’a karşı başlattığı saldırılarla yayılması muhtemel bir bölgesel savaş tehlikesiyle karşı karşıya. 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısı akabinde uluslararası hukuk ve temel insan haklarını hiçe sayan bir tutumla Gazze’de bir soykırıma girişen Netanyahu hükûmeti, bu sefer de uluslararası hukuka aykırı bir saldırı ile coğrafyamızdaki yangını büyütüyor.

Lafı eğip bükmeden söyleyelim: Sarı öküz, Saddam rejimi idi. Saddam rejiminin zalimliği, Suriye’deki Baas rejiminin kötülükleri vb. bir gerçek elbette, ama Büyük Orta Doğu Projesi adlı malum proje, sadece Libya’dan Irak’a İslam ülkelerini istikrarsızlığa ve kargaşaya sürüklemedi aynı zamanda yüzbinlerce insanın canına mal oldu. Türkiye de bütün bu süreçte, diğer gailelerin yanında, başımızda Demokles’in kılıcı gibi tutulan “Kürt Meselesi” ile meşgul edildi; sığınmacı ve göçmen deposu hâline getirildi.

İsrail hükûmetinin Gazze’de yaşayan Filistinlilere karşı uyguladığı yüz yılın soykırımında, kadın erkek siviller, gazeteciler, yardım kuruluşu çalışanları, sağlık çalışanları vb.nin yanında binlerce masum bebek, acımasızca katledildi. Açlık ve susuzluğa mahkûm edilen Gazzelilere gıda yardımı gitmesini engelleyen katil Netanyahu ve emrindeki katiller sürüsü; İslam ülkelerinden yükselen kınamalara zaten kulak asmadığı gibi Batı ülkelerindeki gösterilerden ve İsrail’deki vicdanlı insanların itirazlarından da zerrece etkilenmeden kanlı ve vahşi bir soykırımı sürdürmekte ısrar ediyor. Açıkça söylemek gerekirse bu soykırımda en az Netanyahu kadar ABD yönetimi ve İsrail’e engel olmak için kılını kıpırdatmayan ve sürekli İsrail’in kendini savunma hakkından dem vuran Batılı devletler de sorumludur. Birleşmiş Milletleri tanımayan İsrail, bu coğrafyada ABD ve müttefiklerinin sürekli desteği olmasa kesinlikle bu zulümleri yapacak gücü bulamazdı. ABD’li senatör Bernie Sanders, Türk basınında yer alan açıklamalarında, İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamı ve İran’a saldırısını açıkça kınıyor ve ABD’nin İsrail’in yanında yer almasının meşru ve hukuki olmadığını söylüyor. Batı kamuoyunda bu sesler yer yer yükselse de önde gelen etkili yönetimler, maalesef insanlıktan değil vahşet ve zulümden yana saf tutuyor.

Batı’nın bu tutumu, İran’a yönelik saldırı için de geçerlidir. İsrail, sözde önleyici bir savaşla İran Devleti’ne karşı hiçbir meşruiyeti olmayan ve uluslararası hukuka aykırı olan bir saldırıyı başlattı. 2003’te Irak’a karşı başlatılan savaşta, Saddam’ın kimyasal silahları bahane edilmişti. Daha sonra bunların olmadığını, bizzat o iddiaların sahipleri kabul etti ama Bağdat ve Basra harap olduktan sonra… Libya, Suriye gibi ülkeler için de başka bahaneler icat edilmişti. Âdeta âlemi aptal yerine koyan pervasızlıkla, propaganda güçlerine güvenerek kendi zulüm ve katliamlarını meşrulaştırıyorlar. Bugün de İran’ın nükleer silaha sahip olduğu iddia ediliyor. İran ile ABD arasında nükleer programla ilgili görüşmeler devam ederken yapılan saldırı, âdeta bu süreci baltalamak için kasten gerçekleştirilmiştir. Nitekim Wall Street Journal gazetesi, İsrail'in İran'a yönelik saldırılarından önce Tahran'ın nükleer faaliyetlerine ilişkin ABD'ye sunduğu istihbaratı, Washington yönetiminin inandırıcı bulmadığını yazdı.

Bununla birlikte Trump yönetimi, çelişkili ifadelerle ABD’nin İran’a karşı yürütülen savaşa müdahale edebileceğine dair endişeleri arttırıyor. İran’ın üst düzey komutanları, aileleri ile birlikte öldürüldüğü, nükleer bilim alanındaki uzmanların suikast sonucu katledildiği bir ortamda, ABD Başkanı Trump “Ruhani lider denilen kişinin nerede saklandığını tam olarak biliyoruz. Kolay bir hedef ama orada güvende. Onu en azından şimdilik ortadan kaldırmayacağız, öldürmekten söz ediyorum.” diyerek, İran’ın dinî liderinin öldürülebilmesi konusunu dahi telaffuz edebiliyor. Yine aynı Trump, savaşın tarafı gibi İran’a kayıtsız şartsız teslim çağrısında bulunabiliyor. Ertesi gün de iki hafta süre tanıdığını ilan edip İran’ın dinî lideri ve en yüksek otoritesi olan Hamaney’e “iyi şanslar” diliyor.

Gerçekten de dünya ve bilhassa da bölgemiz tuhaf ve tehlikeli bir süreçten geçiyor. İsrail saldırısının arkasındaki temel saikin sadece dikkatleri Gazze’den çevirmek olmadığı açıktır. Büyük Orta Doğu Projesi’nin temel hedefinin İsrail’in güvenliği açısından çevredeki devletlerin istikrarsızlaştırılması ve parçalanması olduğu biliniyor. Irak, Yemen, Libya ve Suriye’den sonra sırada İran’ın olduğu da yazılıp çizilmişti. Türkiye’nin bu planın dışında tutulmadığı da malum. Nitekim İsrailli bazı yetkililer, Kürt konusunu da zaman zaman dillendirerek veya Sayın Cumhurbaşkanı’na yönelik açıklamalarla Türkiye’yi de açıkça tehdit etme cüretini gösterebiliyor. Bununla birlikte, propaganda ve kamuoyunu etkileme amaçlı bu beyanların ciddiye alındığı imajı verilmemelidir.

Rusya-Ukrayna Savaşı devam ederken İsrail’in saldırı ve suikastlarıyla başlayan İsrail-İran Savaşı’nın bölgesel bir savaşa dönüşme ihtimali, elbette göz ardı edilemez. Hatta, şayet işin içine nükleer silah kullanımı veya ABD’nin elinde bulunan “sığınak delici” bombalar ve yeni teknolojilerle nükleer tesislerin bombalanmasından kaynaklı sızıntılar girdiği takdirde çevre ve insan sağlığı bakımından ciddi bir tehlikenin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Çin’in bu denklemde İran’a vereceği desteğin, dengeleri ne ölçüde etkileyeceği de bir başka husustur. Fanatik Siyonistlerle onların Evangelist destekçilerinin dinî motiflerle yücelttiği saldırganlıkları karşısında Batı’dan makul seslerin etkili olmasını beklemek iyimserlik olur. İslam İşbirliği Teşkilatı gibi yapıları olan ve bir kısmı zaten ABD ve İngiltere’ye göbekten bağlı Müslüman ülkelerin de bu konjonktürde rol oynama kapasiteleri maalesef yok gibi.

Bu ortamda Türkiye’nin hem saldırgan İsrail karşısındaki tavrı hem de savaşın yayılmaması için yapılan girişimlerde etkin çaba sarf etmesi son derecede yerindedir. İran rejiminin mahiyeti veya Türkiye’ye karşı bazı konulardaki tavrından bağımsız olarak nüfusunun çok önemli bir kısmı Türklerden oluşan bu komşu ülkeye yapılan saldırıya karşı çıkmamız en doğru tavırdır.

Türkiye’ye Dair Not

Bu bağlamda ifade etmeliyiz ki, yaşadığı pek çok badireye rağmen Türkiye, milleti ve ordusuyla bu coğrafyanın temel direğidir. Bütün aksaklıklarımız, bazı alanlarda kendimizden, kendi ihmal veya yanlışlarımızdan kaynaklanan yetersizliklerimiz bir yana, ABD desteği dahi olsa İsrail gibi bir devlet Türkiye’yi tehdide yeltenemez. Daha şimdiden İran’a karşı Batı devletlerinden yardım ve destek dilenen İsrail’in, zaten başta ABD olmak üzere Batılı güçlerin maddi ve silah yardımı olmadan Hamas ile dahi baş edebilecek bir konumda olmadığı ortadadır. Burada asıl dikkat edilmesi gereken husus, bir NATO ülkesi olan Türkiye’ye karşı başta ABD olmak üzere sözde müttefiklerin tavrıdır. Türkiye’nin savunma sanayisi alanına yaptığı yatırımların önemi de her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye’nin bu zorlu süreçte asıl ihtiyacı olan hususlar şunlardır:

1. Yönetimde kuvvetler arası denge ve denetleme mekanizmalarının yeniden kurulmasıyla liyakat sistemi güçlendirilmelidir.

2. Siyasi rekabeti husumete dönüştürmeden adaletin, devletin temeli olduğu gerçeği hayata geçirilmelidir.

3. TBMM gerçekten milletin sesi olma işlevini yeniden kazanmalıdır.

4. Kamu kurum ve kuruluşları Anayasa, kanunlar ve ilgili mevzuata uygun bir şekilde denetlenmeli; yolsuzluk ve suiistimaller asgariye indirilmelidir.

Sözün özü; liyakat, adalet, danışma ve denetleme ilkelerinin hakkıyla hayata geçirilmesi şart ve elzemdir. Çok telaffuz ettiğimiz iç cephenin sağlamlaştırılması bu şekilde gerçekleşebilir.

 

* 20 Haziran 2025 tarihinde yazılmıştır.