TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

EROL GÜNGÖR’ÜN MEDENİYET ANLAYIŞINA DAİR

 

EROL GÜNGÖR’ÜN MEDENİYET ANLAYIŞINA DAİR

                                                                                        Mehmet ÖZ[1]

 

Bizim neslimiz Erol Güngör’le gazete ve dergi yazıları ve bunlardan yapılan bir derleme olan Türk Kültürü ve Milliyetçilik kitabıyla tanıştı. 1980’lerin hemen başında yayımladığı üç kitabı (Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, İslâmın Bugünkü Meseleleri, İslâm Tasavvufunun Meseleleri) çıkar çıkmaz büyük yankılar uyandırmıştı. Genç yaşta kaybettiğimiz bu büyük mütefekkirin tarih, kültür ve medeniyetimize dair görüşlerinin yeni baştan ele alınıp değerlendirilmesine ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Çünkü Erol Güngör hem Batı’yı tanımış hem de kendi kültürel köklerimizle irtibatı sağlam olan bir bilim ve düşünce adamı idi. Hem millî ve yerli hem de cihanşümul bakış açısına sahip bir münevverdi.

Türk Kültürü ve Milliyetçilik (1975) kitabının girişinde Güngör’ün dikkat çektiği çarpıcı anekdotlar var:

1971 yılının son ve 1972 yılının ilk aylarında Türkiye’de dikkati çok çeken bazı hâdiseler oldu. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nin Kültür Bakanı [Talat Halman], Türk kültürünün klâsiklerini ortaya çıkarmak ve bunların işlenmesi için imkânlar hazırlamak istemesi yüzünden bazı çevrelerin hücumuna uğradı, nihayet kendisiyle birlikte bakanlık koltuğu da hükûmetten çıkarıldı. Vaktiyle Türkiye’ye gelen Fransız Cumhurbaşkanı De Gaulle, Türk kültür ve medeniyetinin dünya çapında bir kıymet taşıdığını söylemişti; şu sıralarda Fransa’yı ziyaret eden Türk Başbakanı [Nihat Erim] ise Türklerin bütün ilerleme teşebbüslerinde Fransa’yı örnek aldıklarından bahsetti. Türkiye Cumhuriyeti’nin ana muhalefet partisi genel başkanı ve eski cumhurbaşkanlarından İsmet İnönü ise Türk milliyetçiliğinin Osmanlı İmparatorluğu’ndan kurtuluş hareketi olduğunu söyledi.[2]

Milliyetçiliğin Osmanlı İmparatorluğu’ndan kurtuluş olduğu fikrinin hem doğru hem de yanlış yanları olduğunu, zira Türk olmayan kavimlerin milliyetçiliklerinin isyandan bağımsızlığa gittiğini belirten Güngör, bu milletler için milliyetçiliğin Osmanlı’da kurtuluş olabileceğini ama Türk milleti için bunun söz konusu olamayacağını ifade eder.

Erol Güngör’ün düşünce dünyasının temelinde Türk milletinin tarihî birikimine ve Türk-İslam medeniyetine olan derin iman yatar. İslam dünyasında Türk hâkimiyeti kurulduktan sonra bu medeniyeti Türkler temsil etmiş, diğer İslam kavimleri ona ciddi bir katkıda bulunmamıştır. Dolayısıyla ortada bir Türk medeniyeti ve onun en gelişmiş örneği olan Osmanlı medeniyeti vardır. “Dünyada Türkler kadar eski bir tarihe sahip olan pek az millet gösterilebilir.” diyen Güngör’e göre;

“İnsanlığın ortak kıymetleri sayılmaya lâyık beşerî hasletleri Türk kültürü kadar geliştirmiş ve yaymış başka bir kültür de yoktur. Batı ile bizim kadar uzun ve çetin mücadelelere girdiği halde bizim kadar ona mukavemet etmiş olan ve bu mukavemeti devam ettiren bir başka millet gösterilemez. Bu direnmenin sebebini Türk milletinin intibak kabiliyetindeki eksiklik yerine, Türk kültürünün çok sağlam ve köklü oluşu, hatta beşerî ve ahlâkî kıymetler bakımından Batı medeniyetine üstün oluşu ile izah etmek daha doğru olur.”[3]

Onun nazarında Türk tarihinin zirvesi Osmanlı Devleti ve medeniyetidir. Bunu, Beethoven’ın ilk sekiz senfonisinin 9. Senfoni’ye hazırlık olması gibi, önceki tarihî tecrübemizin de âdeta Osmanlı’yı hazırladığı şeklinde bir benzetmeyle ifade etmiştir:

“Türk milleti bu uzun tarihi boyunca kazandığı bütün gücünü ve tecrübesini birleştirerek Osmanlı İmparatorluğunu kurdu. Bizim tarihimizin bütün evvelki safhaları bu büyük eserin meydana getirilmesi için yapılmış birer prova gibidir.”[4]

II. Meşrutiyet devri Türkçülerinin ve Ziya Gökalp’ın Osmanlı’da avam ile havassın farklı değerlere sahip olduğu şeklindeki görüşlerine karşı çıkan Güngör, Gökalp’ı takdir etmekle birlikte Osmanlı-Türk medeniyeti ile halk kültürünün aynı kaynaklara dayandığını, halkın da üst tabakanın da aynı inanca sahip bulunduğunu, aynı dili konuştuğunu, eğitim kurumları olan medrese ve tekkelerin herkese açık olduğunu, halk çocuklarının buralarda eğitim gördüğünü ifade eder. Netice olarak ona göre, “Aslı Türk olmayanları bile Türkleştiren Osmanlı kültürünü Türklere yabancı saymak kolay anlaşılır şey değildir.”[5] 

Medeniyet ve kültür bahsiyle ilgili temel problemlerden biri, Türkçülerin büyük kısmı ve İslamcıların medeniyet-kültür ayırımı ve Batı’nın tekniğini almak konusundaki görüşleridir. Gökalp’ın millî kültür gerçeğini görmesini olumlu bulan Güngör; onun kültür ile medeniyet arasındaki kesiksiz devamlılığı gözden kaçırdığını, Mümtaz Turhan’ın meşhur antropoloji âlimi E. Sapir’in ortaya koyduğu anlayış çerçevesinde kültür ve medeniyetin birbirinden ayrı hadiseler olmadığını, millî kültürlerin bir medeniyetin çeşitli manzaraları olduğunu belirtir. “Bizim kültür dediğimiz şey, medeniyetin cemiyetlere intikal ediş tarzı veya onlarca benimsenmiş şeklidir.”[6]

Kültür değişmesi hakkındaki bir yazısında Gökalp’ın pratik bir endişe ile “değiştirilmesi istenmeyen bütün değerleri kültür adı altında” topladığını, medeniyetten ise ilim, teknoloji ve siyasi, sosyal ve idari organizasyonu kastettiğini vurgular. Ancak teknolojideki değişmelerin insanların tavır ve davranışlarında değişikliğe yol açtığı bir gerçektir, o bakımdan ilim ve teknik soyutlanmış bir şekilde alınamaz. Burada asıl önemli olan iktibas yapmadaki seçiciliktir. Onun için Avrupalılaşmak diye bir şey olamaz. Her milletin kendine mahsus tarihi ve kültürü vardır ve milletler Avrupa medeniyetinin meydana getirdiği birtakım teknolojileri veya bilimi yahut da başka verimleri ithal ederken kendilerine mahsus bir tarzda bunu yaparlar. Erol Güngör, Türkiye’nin asıl talihsizliği “medeniyet alışverişinde kendi millî kültürünün dıştan ziyade içten tahribata uğraması, böylece Batılılaşmanın bozucu tesirlerine tamamen açık bir hâle getirilmesidir.” der. Türk kültürünün direnme gücünün çok önemli olduğuna inanan Güngör, bu kültüre bir hamle gücü kazandırılmasının şart olduğunu, aksi takdirde fazla ayakta kalmasını beklemenin mümkün olmadığını ileri sürer.[7]

Erol Güngör’ün 20. yüzyılın son çeyreğinden beri küreselleşme olarak ifade edilen olgunun millî kültür bakımından anlamını çok iyi ortaya koyduğunu ve bu çerçevede tek medeniyet iddiasına karşı çıktığını görüyoruz. İki kutuplu dünya düzenin ortadan kalkmasıyla gündeme gelen medeniyet tartışmalarından önce konuyu Türk aydınlarının önüne getirmesi dikkate şayan bir durumdur. “Milliyetçilik ve Medeniyetçilik” başlıklı yazısında millî kültürlerin insanların kaynaşmasına engel teşkil ettiği, milliyetçiliğin ayırıcı bir ideoloji olduğu ve Batı medeniyetinin bütün dünyayı kapladığı iddialarının milliyetçilik hakkında yanlış telakkilerden kaynaklandığı belirtir. Ona göre;

“Manâsını ve fonksiyonunu büyük ölçüde kaybetmiş şeylerin medeniyet adına empoze edilmesi medeniyete karşı en büyük kötülüğü teşkil eder. Milliyetçilerin millî kültür davası işte bu soysuzlaşmayı hedef tutmaktadır. Milliyetçilik, millî kültürü bizzat bir medeniyet kaynağı hâline getirmek ve cemiyeti soysuz değişmelerin açık pazar yeri hâlinden kurtarmak hareketidir. Binaenaleyh milliyetçilik aynı zamanda bir medeniyet dâvasıdır.”[8]

İslam medeniyetinin 12-13. yüzyıldan sonra gerilediği iddiasını reddeden Güngör; Müslümanların siyasi üstünlüğünün 17. yüzyıla kadar sürdüğünü, Osmanlıların bu dönemde Avrupa’dan üstün olduğunu, bunun sadece kılıç gücüyle sağlanan bir üstünlük olamayacağını vurgular.  Esasen bu tema, yani Osmanlı-Türk medeniyetinin kılıca değil bilim, ahlak ve adalete dayandığı fikri Güngör’ün değişik eser ve yazılarında karşımıza çıkar. Batı dünyasında ilk başta pek göze çarpmayan değişikliklerin zamanla onların üstünlüğüyle neticelendiğini belirten Güngör, İslam medeniyetinin gerilemesi ve Osmanlı üstünlüğünün sona ermesinin sebepleri üzerinde de durur. Bunların bir kısmı onların elinde olmayan gelişmelerdir (Coğrafi keşifler, Batıda bilim ve teknolojinin ilerlemesi vb.). İslam dünyasında 16. yüzyıldan sonra ilim ve teknolojide yaşanan durgunluğun henüz tam olarak izah edilemediği kanaatinde olan Güngör, Müslümanların Batı’nın ilerlemesini ancak bu ilerlemenin kendileri için felaketler doğurmaya başlamasından sonra anlamaya başladığını belirtir.

Türk milliyetçilerinin davasının aynı zamanda bir medeniyet davası olduğunu savunan Erol Güngör, Hicretin 15. yüzyılına armağan olarak yayınladığı İslâmın Bugünkü Meseleleri adlı kitabında medeniyet tasavvurunun ipuçlarını da verir:

“Modern teknolojinin veya genel bir tâbirle modernizmin dünyayı sürüklemekte olduğu uçuruma karşı bir engel koymak veya bu gidişi tersine çevirmek isteyen bütün düşünürlerin -birkaç istisnâsıyla- ortaklaşa kabul ettikleri iki husus vardır. Bunlardan birincisi teknolojinin ortadan kaldırılmasının söz konusu olamayacağı, ikincisi de bugün modern teknoloji ile birlikte giden veya “teknolojik ideoloji” denen şeyin karşısına yeni ve farklı bir ideolojinin geçirilmesi zaruretidir.”

İnsan arzularının sınırı olmadığını, buna karşılık insan için bu hayatı kör döğüşü olmaktan çıkaranın, kendisini, dış dünyayı ve olayları anlamlandıran bir anlayışa ihtiyaç olduğunu belirten Güngör, “bu anlayış hem günlük hayatın ötesinde değerleri hedef almalı hem de tatmin edici olmalıdır.” der. Bu çerçevede İslâm’ın en kuvvetli tarafı, bu ikisi arasındaki dengeyi kurmuş olmasıdır. Onun deyişiyle, “İslâm tam bir denge felsefesi getirmiştir.”[9]

Burada akla gelen soru, mağlup olmuş bir medeniyetin yeni çağda avantajlı olduğunu söylemenin ne denli gerçekçi olduğudur. Güngör’ün buna cevabı, esas itibarıyla bir değerler sistemi olan İslâm’ın tarihî şartlara belli bir intibak gösterebileceğidir. Sosyal ve kültürel değişmeyi inkâr etmeden, her çağın kendi imkânlarıyla İslâm’a yeni yorumlar getireceği açıktır. Çağımızın imkânları da İslâm’ın ilkelerine geniş bir uygulama alanı verecek durumdadır.[10]

Adalet, itidal, insana ve bütün yaratılanlara saygı ve merhamet ilkelerine dayalı bir ahlak anlayışı Güngör’ün bahsettiği kör döğüşü ortamını “nizam-ı âlem” felsefesi ile düzene sokacaktır. Güngör’ün isabetle teşhis ettiği gibi, “Medeniyetleri politikacılar yaratmaz, medeniyetler âlimlerle sanatkârların işidir. Yeni bir İslâm medeniyeti de elbette ilim, fikir ve sanat eseri yaratanların omuzlarında yükselecektir.”[11]

Güngör’ün düşünce dünyasında kesin inançlı partizanlığına yer yoktu. O hasbî tefekkür erbabı, milletin yükselmesi için fikir hürriyetinin şart olduğuna inanan; milliyetçiliğin siyasette millet iradesini, ekonomide millet menfaatini ve kültür hayatında millî kültürü hâkim kılmak olduğunu savunan bir düşünürdü. Hiç şüphesiz önceki düşünürlerimiz gibi Güngör’ün fikirleri de belirli bir tarihî konjonktürün yani kendi çağının şartlarında şekillenmiştir. Ancak onun derin tarih bilgisi ve şuuru, her kulda olmayan sezgi gücü bugün de yarın da geçerli tahliller yapabilmesine, öngörülerde bulunabilmesine yardımcı olmuştur. Türk Yurdu dergimizin 2024 Nisan sayısında onun tarih anlayışı, Ziya Gökalp eleştirisi, İslam düşüncesine katkıları vb. konularda gerçekten çok kıymetli değerlendirmeler içeren yazılar yer almıştır. Vefatının 42. yılında rahmet ve şükranla andığımız büyük düşünür ve bilim adamı Erol Güngör’ün Türk düşünce hayatına katkıları hakkında yeni nesillerden kalem erbabının daha derinlemesine araştırmalar ve incelemeler yapmasına ihtiyaç vardır. Ruhu şâd olsun.

 

[1] Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi. Türk Ocakları Genel Başkanı.

[2] Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2009, 19. Bs., s. 13.

[3] Age., s. 76-77.

[4] Age., s. 77-78.

[5] Age., s. 83.

[6][6] Age., s. 99-100.

[7] Erol Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Töre-Devlet Yayınları, Ankara 1980, s. 7-36.

[8] Türk Kültürü ve Milliyetçilik, s. 112.

[9] İslâmın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1981, s. 79-83.

[10] Age., s. 83-84.

[11] Age., s. 243.