TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

13. GENÇLİK KURULTAYI VE GÜNLERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Eylül 2007 Sayı : 241

Nuri GÜRGÜR


Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayı’nın 13.ncüsü 5 - 12 Ağustos tarihleri arasında Makedonya’nın Ohri şehrinde yapıldı. 42 ülkeden 213 delege ve gözlemcinin katıldığı toplantı, Türk Dünyası’ndan Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, 1992 yılından bu yana sürdürülen en düzenli ve kapsamlı faaliyettir. 10 milyon km2’den fazla bir alandan, Türk kültür coğrafyasından, Türklük havzasından insanlarımızın bu kurultaylar vesilesiyle düzenli olarak bir araya gelmeleri, problemlerini, imkânlarını, şartlarını konuşmaları her bakımdan önemli bir gelişmedir.

Bu faaliyeti 15 yıldan beri Türk Ocakları Genel Merkezi’nin öncülüğünde DTGB Yürütme Kurulu’nda yer alan Ocak’lı gençler düzenliyor. Ancak hemen belirtmekte yarar var, bu iş çok yoğun çabalarla emek ve mesaiyle gerçekleşebiliyor.

Kurultay hazırlıklarına aylarca önceden başlanıyor. Ayrıntılı bir proje hazırlanıyor ve destek verilmesi talebiyle ilgili Devlet Bakanlığına iletiliyor. Proje buradan Dış İşleri ve Kültür Bakanlıklarının yanı sıra, ilgili Devlet kurumlarına gönderilip görüşleri soruluyor. Hepsinden ayrı ayrı olumlu mütalâa alınmasını takiben iş birliği yapılması ve birlikte yürütülmesi talebiyle TİKA görevlendiriliyor.

Projeye destek taleplerinin, bu güne kadar kabul görmesinde, hazırlığı yapan gençlerimizin özen ve dikkatlerinin yanı sıra, talepteki imzanın kurum olarak Türk Ocakları’na ait olmasının elbette büyük payı var. Çünkü Türk Ocakları’nın amaçları, ilkeleri, ölçüleri son derece açıktır, berraktır. Bu duruş vicdan ve iz’an sahibi herkes tarafından takdir edilir, saygı görür. 15 yıldan beri, 6 siyasi partinin oluşturduğu, 5 farklı Hükümet döneminde, Türk Ocakları’nın taleplerinin olumlu karşılanmasının tek sebebi budur.

13.ncü Kurultayda daha öncekilerde olduğu gibi, TİKA başta olmak üzere, Devlet Bakanlığı, Dış İşleri Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı ile temas ve işbirliği yapıldı; Tanıtma Fonu gerekli maddi desteği sağladı.

TİKA Başkanı Dr. Hakan Fidan, görevinin anlamını ve sorumluluğunu bilen, kurumun imkânlarının Türk Kültür coğrafyasına iletilmesi hususunda yoğun çaba harcayan, bundan haz duyan başarılı bir yönetici. Bu Kurultayın başarılı geçmesi için elinden geleni yaptı, ahenkli bir işbirliğinin kurulmasını, bürokratik tıkanıkların aşılmasını sağladı.

13.ncü Kurultay’ın ev sahipliğini Makedonya Demokratik Türk Partisi’ne bağlı Gençlik Teşkilatı yaptı. Aslında davet 4 yıl önce Köstence toplantısında iletilmiş, Balkan Türklüğü’nün güncel konuları açısından toplantının Makedonya’da yapılmasının yararları düşünüldüğünden istek olumlu karşılanmıştı. Ancak bazı nedenlerle bir sonraki toplantının İstanbul’da yapılması gerektiğinden davete iki yıl aradan sonra icabet edilmiş oldu.

Kurultay’la ilgili çeşitli bilgiler hem Türk Yurdu’nda, hem de Türkocağı Veb sitesinde ayrıntılı şekilde veriliyor. Burada konuyu daha farklı yanlarından ele almayı ve bazı hususların altını çizmeyi yararlı buluyoruz.

Her şeyden önce şunu bir kere daha açıkça gözlemledik; Türk Dünyası problemleriyle, siyasal ve sosyal yapısıyla, kültür ve ekonomik şartlarıyla birbirinden çok farklı bölgeleri kapsıyor. Sibirya Türklüğü’nden, Tuva’dan, Hakas’tan, Altay’dan; Şor’dan gelen soydaşlarla, Balkanlar’da yaşayanların durumları birbirine benzemiyor. Rusya, Putin döneminde geleneksel emperyal politikalarına dönüş yaptı. Egemenliğini geliştirmek amacıyla kültürel baskılar uygulamaya başladı. Rusya Federasyonu’nda yaşayan yirmi milyondan fazla Türk bu asimilasyon girişimlerinden olumsuz şekilde etkileniyor. Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan ve Sibirya Türklüğü kimliğini koruma konumunda büyük engellerle karşılaşıyor. Özellikle Sibirya’da küçük topluluklar halinde yaşayanların Putin’in baskı politikalarına direnmeleri kolay olmuyor.

Balkan Türklüğü’nün varlık mücadelesi tamamıyla hukuk alanına kaymış bulunuyor. Şimdiye kadar bu alanı kullanmayı becerememiş olan soydaşlarımız başta Batı Trakya’da yaşayanlar olmak üzere, uğradıkları haksızlıkları yargı yoluna taşıyorlar, AİHM’ne başvuruyorlar. Romanya ve Bulgaristan’ın AB’ne girmeleri, Makedonya ve Kosova’nın bu hedefe yönelmeleri elverişli bir zemin oluşturuyor. Biz de kendilerine hukuki yollardan yararlanmalarının önemi, haklarını savunabilmeleri için uluslararası hukuku, Avrupa hukukunu usül ve yöntemlerini çok iyi bilen hukukçulara sahip olmalarının zaruretini sık sık anlattık; gençleri bu alanlara teşvik etmelerini, Türkiye ile işbirliği yaparak gereken imkânların hazırlanmasını önemle hatırlattık.

Türk Dünyası’nın en önemli problemi, soydaşlarımızın hemen bütün bölgelerde bölünmüş görüntülerinden kaynaklanıyor. Meselâ 80 bin civarında Türk’ün yaşadığı Makedonya’da üç Türk Partisi var. Romanya ve Yunanistan’da da benzer davranışlar yaşanıyor. Bu anlamsız bölünmeler siyasal temsil imkânlarını olumsuz etkiliyor. Parlamentolarda daha fazla sayıda temsil ortamı bulamıyorlar.

Ancak hemen belirtelim, Balkanlar’da bütün bölgelerde Türk’ler varlıklarını, kimliklerini koruma hususunda giderek daha fazla bilinçleniyorlar. Türkçe’nin önemini özellikle köylerdeki soydaşlarımız herkesten daha iyi görüyor. Ziyaret ettiğimiz Makedonya’nın küçük yerleşim alanlarında, dağ köylerinde bunu sevinerek gözlemledik. Aynı tabloları 24 Temmuz’da gittiğimiz Batı Trakya Türkleri’nde görüp mutlu olmuştuk.

1944’de sürülen Kırım Türkleri’nin yurtlarına dönmeleri ne kadar sevindiriciyse, Ahıska Türkleri’ne çıkarılan engellerin aynen devam etmekte oluşu hüzün vericidir. Gürcistan’ın son dönemlerde bu konuya ilişkin kararları, ne yazık ki siyasal gösteriden ileri bir değer taşımıyor.

Şu anda Türk Dünyası’nın en mustarip bölgelerinin Doğu Türkistan ile Irak-Türkmeneli olduğu Ohri’de bir kere daha görüldü. Bir buçuk milyarlık Çin’in İnsan Haklarını hiçe sayan baskısı karşısında, otuz milyon civarındaki Doğu Türkistan’lıların kendini savunma imkânsızlığı ortada. Bu durumda, meseleyi Dünya platformuna taşımak, uluslararası hukuk konusu yapmak, yargı organlarında ve uluslararası kurumlarda Çin’i sıkıştırmak üzere yoğun çaba göstermek gerekiyor. Bu yöndeki yapılacak girişimlere Türkiye, uygun usullerle kılavuzluk yapabilir, hukukî yardımlar sağlanabilir.

Irak’lı Türk’lerin her an ölümle burun buruna yaşamaya çalışmalarının, üç milyona yakın Türk’ün kaderinin iki aşiretin iradesine ve kararına terk edilmesinin kabul edilen bir tarafı yoktur. Ateş altındaki bu iki bölgenin durumları Kurultay’da ele alındı, ve Irak’ta referandum yapılmasına ilişkin girişimin mutlaka önlenmesi gerektiği sonuç bildirisinde önemle vurgulandı.

Kurultay sonuç bildirisinde bir başka önemli karar daha alındı. Türk’lere yapılan soykırım ve katliâmların cereyan ettikleri tarihlerle, bütün Türk Dünyası’nda ortaklaşa anma toplantıları düzenlenmesi kararlaştırıldı.

Bunun yanı sıra 1998 yılında Birleşmiş Millet’lerde soykırımın tanımlamasının yapıldığı, insanlığa karşı işlenen en ağır suç diye belirtildiği tarihin “Türk’lere yapılan katliâm ve soykırımları anma günü” yapılmasına karar verildi. Bu son derece anlamlı bir karardır. Çünkü Osmanlı Devleti’nin çözülüp dağılma sürecinin başladığı 1821 Mora ayaklanmasından başlayarak bütün Balkanlar’da, Rus’ların Kırım’ı istilâ ettikleri 1768’den itibaren Kırım’da, ardından Kafkasya’da oluk gibi Türk ve Müslüman kanı aktı. Bu coğrafyalarda Türk’leri silip atmak, nüfusu Hıristiyanlık adına arındırmak amacıyla 5 milyondan fazla Türk’ün vahşice katledildiği, kaçmaya, göçmeye mecbur tutulduğu, kalanlara her türlü asimilasyon yöntemlerinin uygulandığı tarihi bir gerçektir. Ancak Batı’lılar bu korkunç vahşeti doğal karşılıyorlar, Hıristiyan milletlerin meşru egemenlik girişimleri görüyorlar ve son olarak Bosna’da yaşananlardaki gibi kınamaktan kaçınıyorlar.

Türkiye, 13. Gençlik Kurultayı’nda alınan bu tarihi kararı önemiyle orantılı şekilde değerlendirmeli, uygulamaya geçilmesi yönünde girişim başlatmalıdır. Hukuk ve insanlık adına tamamen haklı olduğumuz bir konuda sesimizi duyurmak, etkili olmak, meramımızı anlatmak için gerekli bütün yollara başvurmalıyız. Bu konuda bütün Türk Dünyası’nın ve özellikle Türk Cumhuriyetlerinin aynı şuur etrafında ortaklaşa hareket etmesi gerekiyor. Bunu sağlamak üzere seferber olmalıyız.

Böylece bir taraftan millet olarak yüz elli yıl boyunca maruz kaldığımız vahşetin Dünyaca bilinip öğrenilmesi temin edilirken, diğer taraftan oryantalist Batı’lı çevrelerin, haçlı taassubuyla hareket eden Kilisenin Türk’lerin zalim, gaddar ve saldırgan bir kavim olduğuna ilişkin iddialarının haksız ve gerçek dışı iftiralar olduğu ortaya konulmuş olur.

Bu konuda alınan karar sadece Türk Ocakları’na ve DTGB’ye münhasır kalmamalı, Türk Dünyası başta Türkiye olmak üzere, sivil toplum kuruluşlarıyla, basın ve televizyonlarıyla, üniversite ve aydın çevreleriyle gereken desteği vermeli, ortaklaşa hareket etmelidir.

13. Gençlik Kurultayında Türkiye’nin tarihi rolünü ve yükümlülüğünü bir kere daha gözlemledik. Yüz yıllarca birbirinden kopuk yaşayan doğu ve batı Türklüğü’nün ortak paydalar çevresinde bir araya gelmesi, ilişkilerini genişletip derinleştirmesi hususunda Türkiye’ye büyük görevler düşüyor. Diğer bağımsız Cumhuriyetlerin bu misyona henüz hazır durumda olmamaları, çeşitli iç problemlere öncelik verme gereği duymaları Türkiye’nin yükünü ağırlaştırıyor. Kazakistan ve Azerbaycan bir an evvel derlenip toparlanırlarsa, Türkiye’nin yüklerini paylaşacak ekonomik ve toplumsal düzeye, “ortak kader bilinci” ne ulaşırlarsa Türk Dünyası’nın küresel aktörlerden biri konumuna gelmesini kimse önleyemeyecektir.

Bu ihtimallerin er veya geç gerçekleşeceğine inanmalıyız. Otuz kırk yıl öncesine kadar bu tarz bir toplantının yapılacağını söyleyenlerin sayısı fazla değildi. Sibirya’dan İdil boylarına, Balkanlar’dan Orta Doğu’ya kadar bu engin coğrafyada yaşayan Türk gençlerinin düzenli şekilde bir araya geleceğini düşünenlere maceracı nazarıyla bakılır, suçlanırlardı. 12 Eylül darbesini takiben açılan MHP ve ülkücü kuruluşlar davasının iddianamesi bu açıdan düşündürücü, ibret verici bir tavırdır. Hazırlık safhasıyla, içeriğiyle ve sonuçlarıyla iddianame bir hukuk faciası olmanın ötesinde, tarihimiz, kültürümüz ve gelecek nesillere miras anlamında yüz karasıdır. O tarz bakış ve iddiaların ne derece yanlış ve sakat olduğunu onbeş yıldan beri görüyor, bu saçmalıkların günümüzde tarihin çöplüğüne atılmasından milletimiz adına mutluluk duyuyoruz.

Bundan sonrası için Türkiye’ye büyük görevler düştüğünü söylerken Türk Milliyetçilerine önemli saydığımız bir hatırlatmayı yapmayı gerekli buluyoruz.

Türk Dünyası’nın en önemli meselesinin yaşanan iç çekişmeler ve gruplaşmalar olduğunu işaret ettik. Ne yazık ki bundan en fazla nasibini alan bölgelerden biri kendi ülkemizdir, Türkiye’dir. Türk Milliyetçilerinin birbirini yeterli derecede sevmemeleri, güvenmemeleri, önemsiz ayrıntıları mesele yapıp kırılmaları, kopup uzaklaşmaları bütün camiayı geniş şekilde etkiliyor; bu durum hem siyasal hem de sivil toplum alanlarında telafisi imkânsız boşluklar doğuruyor, zaafiyete yol açıyor. Oysa milliyetçi düşünce öncelikle, belirli ahlaki kurallara dayalı bir tefekkür meselesidir, aydın hareketidir; bu özellikleriyle her zaman seçkinci bir karekter taşımıştır. Toplumun derinliklerinde doğal şekilde mevcut olan, geniş kesimlerin günlük yaşayış ve ilişkilerini, hayat kurallarını belirleyen temel millî hasletlerin, siyasal bir program olarak belirlenmesi, ideolojiye dönüşmesi, sonuçta uygulamaya konulması için milliyetçi aydın zümrenin öncülüğüne, kılavuzluğuna ihtiyaç vardır. Bir başka ifadeyle milliyetçi aydınlar millî ve tarihî rollerinin bilincinde olurlarsa, bunu başaracak fikri ve mesleki niteliklere, bilgiye ve beceriye, azim ve cesarete sahip bulunurlarsa, demokratik mücadelenin olmazsa olmaz koşulu olan toplumsal desteği rahatlıkla sağlarlar; amaçlarına ulaşırlar.

Bu açıdan bakıldığında, Türk Milliyetçilerinin bir an evvel ciddi ve gerçekçi bir durum değerlendirilmesi, “öz eleştiri” yapmalarının zaruri olduğu görülüyor.

El ve gönül birliği içinde kaynaşarak, kucaklaşarak her alanda etkili olmanın yollarını aramak yerine, şahsî ve nefsî mülahazalarla ayrışmanın ne aklî ne de vicdanî tarafı vardır.

Türk Dünyası’nın birliği’nin, beraberliğinin ortak politikalar etrafında kurumsallaşmasının ön şartı Türkiye’nin, üzerine düşen görevleri yapmasıdır. Bunun gerçekleşmesi Türk Milliyetçiliğinin temel siyasal ve toplumsal hedefi olduğuna göre, milliyetçilerin daha fazla zaman kaybetmeden derlenip toparlanmaları, sorumluluklarının bilincine ulaşmaları gerekiyor.

13. Gençlik Kurultayı hem Türk Dünyası’nın hem de Türkiye’nin problemleriyle birlikte gücünü ve imkânlarını bir kere daha müşahede etmeye vesile oldu. Mevcut potansiyelimizin doğru kullanılması, organize olup yönlendirilmesi durumunda, bu yüzyıla damgamızı vuracağımızdan kimse kuşku duymamalıdır.