TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

8 Temmuz 2011 / Nuri GÜRGÜR
Yemin krizi iki hafta kadar önce yani TBMM yeni çalışma dönemine başlamak üzereyken kuvvetli bir ihtimal olarak gündeme gelmişti. O günlerde yaptığımız yorumda, etnik fitnecilerin ayrıştırıp bölünme safhasına taşımaya çalıştığı Türkiye’de, Yasama organında yaşanabilecek bir problemin telafisi imkânsız hasarlara yol açacağını anlatmaya çalışmış, Cumhurbaşkanı’nın devreye girmesini önermiştik. Sayın Cumhurbaşkanı tarafları sözlü olarak uyarmaya çalıştı; ancak CHP Genel Başkanı daha çok parti içi dengelerin etkisiyle boykot kararını uygulamaya koydu. BDP’nin ise farklı hesapları vardı. Bunların ne olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Ne var ki, CHP’nin tavrı kamuoyunda doğal olarak daha çok önemsendiğinden BDP’lilerin gündemi işgal etme hesapları pek tutmadı.

Engin Alan’ın tutukluluk halinin kaldırılmaması nedeniyle tepkili olan MHP, daha serinkanlı ve rasyonel bir tutum izlemeyi tercih etti, doğrusunu da yaptı. Çünkü ülkenin meselelerinin görüşülüp, tartışılıp karara bağlanacağı yer milletimizin “kalpgâhı” olan Türkiye Büyük Meclisi’dir. Onu çalışamaz duruma getirmenin politik bir kapris ve hırçınlık olmaktan öte bir anlamı düşünülemez. Nitekim MHP’nin kararının ne kadar yerinde olduğunu bugünkü tablo ortaya koyuyor.

Meclis’in yeni Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in devreye girmesi çok yararlı olmuştur. Onun aklıseliminin, siyasî tecrübesinin, meselelere pratik çözümler bulma becerisinin sorunun çözümü için gerekli ortamı hazırlayıp CHP’nin kararını yeniden gözden geçirmesine kapı açacağını ümit ediyoruz.

TBMM’nin çalışır durumda olması, sorumluluğunu yerine getirmesi hususunda BDP’nin yapıcı bir rol üstlenmekten kaçınması, bunun için kendini haklı ve mağdur göstermeye yönelik taleplerle, önerilerle ön plâna çıkmaya çalışması şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü PKK’nın, daha doğru bir ifadeyle etnikçi-bölücü Kürtçülük hareketinin siyasî kanadı konumunda olduklarını gizlemeye gerek bile görmüyorlar. Yukarıdan belirlenen hareket tarzını, üslûbu, siyasî programı harfiyen uygulamaya çalışıyorlar. Meclis’i pazarlık alanı haline getirerek, devleti ve hükümeti baskı, tehdit ve şantajla yıldırıp çözerek, kamu otoritesini etkisiz kılarak istedikleri yasal ve anayasal değişiklikleri, idari yapılanmayı temin edeceklerini umuyorlar. 5 milletvekilinin tutukluluk durumlarının sürmesi konusu olmasaydı bile, mızıkçılık yapacak bir başka vesileyi icat etmekte zaten kararlıydılar. Art niyetlerini daha ilk adımlarında ortaya koyarak, grup toplantılarını kendileri için özel bir anlam taşıdığını ifade ettikleri Diyarbakır’da yaparak neyi plânladıklarını, amaçlarının ne olduğunu gösterdiler.

BDP bünyesinde parti görünümüyle siyasetini yürütmeye çalışan örgüt önümüzdeki dönemde stratejisini iki kanaldan yürütmek istiyor. Öncelikle düşündükleri konfederatif yapının başkenti olarak tahayyül ettikleri ve Amed adını kullandıkları Diyarbakır’ı siyasî merkez olarak zihinlere işlemek istiyorlar. Bazı siyasal İslâmcı ve Marksist isimlerle oluşturdukları, “geniş cephe”den milletvekili seçtirdikleri isimleri burada “grup toplantısı” adı altında düzenli şekilde toplayarak ilk mesajlarını vermiş oluyorlar.

Örgüt bunun ardından yani diğer kanaldan ne yapmaya çalıştığını da ifade ediyor. Demokratik Toplum Kongresi’ni hareketin yasama organı olarak devreye sokmaya hazırlanıyorlar. Bu bağlamda 03 Temmuz tarihinde “DTK Daimi Meclisi”nin toplantısında genel kurul yapma kararlarını açıkladılar. DTK sözcüsü basına yaptığı açıklamada “850 DTK delegesinin hazır olup onaylaması halinde demokratik özerkliği ilan edeceklerini” söyledikten sonra bazı radikal adımlara niyetlendiklerini ilan etti. “Kürt dinamiğinin direnci kırılırsa asıl o zaman kıyamet kopar; biz hiç çekinmeyiz, ikili hukuku işletmeye başlarız.”

“İkili hukuk” ifadesinin ne anlama geldiğini, bu adım atıldıktan sonra üniter devlet yapısının korunmasının çok güç olacağını bu etnikçi Kürtçü harekete demokrasi ve hukuk adına sempatik bakan, Türkiye Devleti’ni barış adına uyuşturarak örgütün taleplerini kabul etmesi için zorlayan liberal çevreler düşünmek bile istemiyorlar.

BDP’nin ilk grup toplantısının yapıldığı salonda Kürtçe “Amed-BDP Grup Toplantısı” afişi asılıydı. Selahattin Demirtaş bu toplantıyı Bismil’de polisle çatışma sırasında ölen kişinin şahsında bütün “şehitlere” ithaf ettiğini belirtti ve Meclis çalışmalarına katılmak için belirledikleri “şartları”nı açıkladı: “Demokratik siyasetin önü açılacaksa AKP yeni Anayasa’yı birlikte yapmak konusunda hazırsa, BDP ile bir ‘protokol’ düzenleyerek tarih tarih neler yapılacağını konuşmaya hazırsa demokratik siyasetten kaçmayız.”

Örgütün yol haritası ortada; bunu çeşitli kanallardan defalarca ifade ettiler. Devletin ve hükümetin şartlarını kabullenip teslim oldukları anlamına gelen bir siyasal pozisyon (açılım) sunulmaması durumunda, Diyarbakır’da DTK çatısı altında “Kürdistan Meclisi” oluşturulacak. Milletvekilleri de bu meclisin üyeleri olarak faaliyetlerini Güneydoğu merkezli olarak sürdürecekler. [1]

Böylelikle bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının ve düşünce gruplarının da yer aldığı, geniş katılımlı bir meclis oluşturulacak. Aynı zamanda Kürt özerkliğinin de merkezinin Diyarbakır olduğu açıklanacak.

BDP’nin İslamcılıktan devşirdiği Altan Tan “Hatip Dicle ve tutuklu vekillerin sorunu aşılsa bile Ankara’nın temel sorunlarının çözümü konusunda niyet deklere etmeden meclis faaliyetlerine gitmeyeceklerini” söyledi.[2]

BDP’li milletvekilleri örgütsel ilişkilerinin hangi kapsamda olduğunu gizlemeye gerek görmeden sık sık ifade ediyorlar. Geçen dönem ilgili mahkemenin hakkında verilmiş ve kesinleşmiş mahkûmiyet kararını ilginç bir şekilde esneterek milletvekili olma yolunu açtığı Sabahat Tuncel, sekiz askeri şehit eden PKK’lı canlı bombayı anmak için örgütün düzenlediği toplantıda teröriste övgüler yağdırdı, göklere çıkardı. Diğer bir BDP’li milletvekili İbrahim Binici “Sabahat’ın sözleri niye şaşırtıyor?” diye sordu ve “PKK halk hareketidir, onları kendi cephemizden kahraman olarak görüyoruz” demek suretiyle örgütle bağlantısını bir kere daha teyit etti.

Örgüt sempatizanı liberal İstanbul basınının Türk kamuoyuna ılımlı, makul, bilge kişi olarak sunduğu Ahmet Türk, “Kürdistan Meclisi’ni halkımızla, Kürt halkıyla birlikte kuracağız. Seçilirken söz verdik, Kürt halkımız özgürlük savaşı veriyor; bütün herkes bu halkın gücünü ve savaşını görecek ve tanıyacaktır” sözleriyle korodaki yerini bir kere daha belirledi.

Örgüt her zamanki gibi, özgürlük, demokratlık ve liberallik adına eylemlerini hak arama yöntemi gören ve meşru sayan İstanbul basınının bilinen kalemlerinden yoğun destek alıyor. Bu kesimdekiler etnikçi-bölücü taleplerin kabul edilebilmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.

TESEV’in Cengiz Çandar’a hazırlattığı “PKK Dağdan Nasıl İner?” temalı raporda ön görülen şartlar Kandil’den, İmralı’dan ve diğer merkezlerden şimdiye kadar duyduklarımızla büyük ölçüde örtüşüyor. Aslında yeni bir şey söylenmiyor: “1- Güven ortamı yaratmak için KCK sanığı Belediye Başkanları serbest bırakılmalı.
2-PKK eylemsizliği sürekli hale getirilmeli, buna karşılık TSK da operasyonları eş zamanlı durdurmalı.
3- Seçim barajı % 10’nun altına düşürülmeli.
4- Yeni Anayasa’da Kürtler için vatandaşlık tanımı yapılmalı.
5- Avrupa Yerel Yönetimler özerklik şartı kabul edilmeli.
6- Abdullah Öcalan’ın şartları iyileştirilmeli, faraza cezası ev hapsine dönüştürülmeli.
7- Dağ kadrosu için aşamalı af çıkarılmalı.”

Şıracı-bozacı misali aynı zihniyetteki kalem erbabı tarafından övgüyle karşılanan, bunların bir çözüm reçetesi olduğu öne sürülen, sahibine hayli kabarık bir dünyalık kazandırdığından kuşku olmayan bu raporun açıklandığı günlerde, Murat Karayılan kendisiyle görüşmek üzere Kandil’e gelen ve günler boyu gazetesinde bu görüşmeyi ballandırarak anlatan sempatizan gruptan bir başka gazeteciye çözüm için şartlarını sıralamıştı. Çandar’ın hazırladığı raporla Hasan Cemal’in Karayılan’dan naklettikleri arasında önemli bir farklılık yoktu: “Başkan APO, bundan yaklaşık bir ay önce İmralı’da Devlet’e üç protokol verdi. Birinci protokol: Türkiye’de Kürt sorununda demokratik çözümün ilkeleri başlıklı, yani demokratik yeni Anayasa konusu… İkinci protokol: Devlet ve toplumun ilişkilerinde adil bir barışa ilişkin ilkeleri konu alıyor… Üçüncü protokol: Demokratik ve adil barış için bir eylem plânı içeriyor… Bu üç protokolün öngördüğü yol haritası, Kürt sorunu için, barış için yeni bir açılımdır.”

Tablo ortadadır. Yıllardır gerekli önlemler alınmadığından, yönetim kademelerinde en yukarıdan başlayarak büyük bir zihin karmaşası ve bulanıklık hüküm sürdüğünden etnik fitne yayılıp derinleşiyor. Devletle pazarlık noktasına geldiğini ve tehditlerini sürdürmesi durumunda isteklerini kabul ettireceğini düşünüyor. Bütün projelerini silahların susması, barışın sağlanması jargonu etrafında demokratlık ve özgürlük makyajıyla süsleyip Türk toplumunun psikolojisini kendilerince elverişli duruma dönüştürecek şekilde geliştiriyor. Bu şartlar karşısında TBMM’nin çalışamaz duruma getirilmesinin, Yasama organının paralize edilmesinin haklı ve meşru bir gerekçesi olamaz. Ülkenin bütünlüğü ortak paydasında birleşen iktidarın ve ana muhalefetin bir an önce gerçekleri görerek Yasama organını çalışır duruma getirmeleri tarihî ve millî bir vecibedir.

[1] Milliyet, 06.07.2011
[2] Milliyet, 07.07.2011