TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

EROL DOK DA FANİ ÂLEMDEKİ YOLCULUĞUNU TAMAMLADI

Doğmak, yaşamak ve bizleri yaratan Cenab-ı Hakk’ın belirlediği süreyi tamamlayıp ebedî âleme intikal etmek,insanın değişmeyen kaderi; “Her nefis ölümü tadacaktır.”. Amentü bağlamında bu gerçeğin bilincinde olsak da her an bir yenisiyle karşılaşsak da bir yakınımızın, dostumuzun özellikle dünyamızdan aniden göçüvermesi yüreğimizde, ruhumuzda telafisi imkânsız acılara yol açıyor; hayatın her bakımdan en yalın gerçeği olan ölümün kavurucu ıstırabıyla çaresizliğini yaşıyoruz. Az önce aldığım haberin ağırlığı altında, artık bu âlemde birlikte olamayacağımızı bilerek, ona karşı son bir görev olarak çok zor da olsa acı haberi paylaşmayı gerekli gördüm. 

Erol Dok, bizden sonraki nesildendi. Ziraat Fakültesine başladığı dönemde tanıdım. Kendisine çok yakışan “delikanlılık”ı, her yönüyle her zaman muhafaza etti; ülkücü ahlakı sözde bırakmayıp hayatı boyu yaşayanlardandı. İnanan insanların, ülkücülerin namlunun ucunda olduğu 70’li yılların ortalarından itibaren derin bir tevekkül içerisinde erken yaşlardan benimsediği, varlık sebebi saydığı millî ve manevi değerlere hizmet aşkıyla hizmet etmeye çalıştı. Ülkü Ocaklıların en faal olduğu bu dönemin en öndeki isimlerinden biriydi. O yıllara ait fotoğrafların pek çoğunda Erol’u, kendisi gibi canını feda etmeye hazır bir grup arkadaşıyla Türkeş’in konuştuğu kürsüde, ona gelebilecek bir kurşuna karşı göğsünü siper etmiş durumda, Türkeş Bey’in yolculukları sırasında aracın sağ ön tarafında her türlü saldırıya hazır oturduğunu görebilirsiniz. 12 Eylül darbesini, Milliyetçi ve Ülkücü Hareket’i ezmeye vesile yapmak isteyen radikal solcu savcı ve polislerin baş hedeflerinden biriydi. Mamak’ta çok ağır işkencelere maruz kaldı. Sapasağlam girdiği zindanlarda,sağlığı ciddi şekilde bozuldu; hastaneye sevkine sürekli engel çıkarıldı. Tahliyesinden sonra “Nerede kalmıştık?” diyerek birçok arkadaşı gibi Muhsin Yazıcıoğlu’yla beraber yoluna aynı kararlılıkla devam etti. Erol ve arkadaşları, bana göre Türkiye’nin en sıkıntılı döneminin gerçek anlamda  “Alperen”leridir. Onlar, hikâyeleri hâlâ yazılmamış olan, bundan dolayı genç nesillerin fazla tanımadığı, yiğitlik destanlarının kahramanlarıdır. Hiçbir karşılık beklemeden inandıkları değerler uğruna canları dâhil, bütün varlıklarını fedaya hazır yaşayan yiğitlerdir.

Ah be Erol, hani seninle sözleşmiştik; yaşadıklarını bana etraflı şekilde anlatacak, tarihe ışık tutma niyetiyle bunları yazılı hâle getirecektik. Bu menfur salgın yüzünden bir türlü bir araya gelemedik. Çok önemli bilgilerle, hatıralarla birlikte dar-ı bekaya intikal ediverdin. Ne diyebilirim ki; menzilin mübarek, makamın âli, mekânın cennet olsun inşallah. Aziz kardeşim, kalemimin hıçkırığını bilmem duyabiliyor musun?