TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

TBMM Hukuk Adına 12 Eylül Darbesini Araştırmalıdır

15 Nisan 2011
Nuri GÜRGÜR

12 Eylül askerî darbesine yargı yolunun açılmasından sonra, savcılık suç duyurularını da dikkate alarak soruşturma başlatmış bulunuyor. Bu darbenin içinde yer alan bazı isimlerin ve özellikle Konsey adıyla yönetime el koyan ve halen hayatta olan dönemin komutanlarının ifadelerine başvurulması bekleniyor.

Bu tarihî gelişme yaşanırken, MHP davası hâkimlerinden emekli Askerî Hâkim Ali Fahir Kayacan’ın Silivri’de yürütülmekte olan davanın hukukî niteliğiyle ilgili olarak “12 Eylül mahkemeleri daha adildi” demesi tepkilere neden oldu; 12 Eylül’ün yargı tarafını bir kere daha gündeme getirdi.

Ali Fahir Kayacan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasına bakan heyetin iki askerî hâkiminden biriydi. Rütbesi ileriki yıllarda yükseldi, Askerî Yargıtay Üyesi oldu, buradan emekli olurken “onursal üyelik” sıfatıyla taltif edildi.

12 Eylül darbesini yapanlar yargılanabilirler mi? Bu hususta farklı görüşler öne sürülüyor. Zaman aşımının geçerli olup olmadığı tartışılıyor. Bunun yanı sıra darbeye katılanların sorumlu sayılmayacaklarına ilişkin Anayasa maddesi lehte bir unsur oluşturması nedeniyle sorumluların yargılanma yolunu kapatıyor.

Konunun “hukukî imkânsızlıklar” tarafı bir yana, darbeyi yapanlarla ilgili soruşturma açılması, ifadelerinin alınması bile, kamu vicdanını ferahlatan bir gelişmedir. Çünkü 12 Eylül, 27 Mayıs 1960’da başlayan darbeler silsilesinin şiddet dozu en yüksek halkasıdır. Binlerce insan tutuklanmış, aylarca, yıllarca gözaltında tutularak yargılanmış, ağır işkencelere maruz bırakılmıştır.

Şu sıralarda bir hukuk allamesi görünümüyle sık sık gazete ve televizyonlara çıkan Ali Fahir Kayacan, darbenin yargı ayağının en etkili aktörlerinden biridir. As.Hâk.Alb.Vural Özenirler ile birlikte MHP davasında görevlendirilmeyi kendileri talep ettiler. 587 sanığın yargılandığı bu davanın üç kişiden oluşan heyetinin 7 yıl müddetle değişmeyen ekibini oluşturdular. Sanıklar ve avukatları fırsat bulabildikçe tutuklandıkları andan itibaren maruz kaldıkları eziyetleri, işkenceleri, cezaevi şartlarını anlatmaya çalıştılar. İşkencelerin izleri sanıkların yüzlerinden bile bariz şekilde okunurken, heyet bu konuyu araştırmayı hiç düşünmedi. Kaldı ki bu muamelelerin uygulandığı C-5 diye anılan “işkencehane” duruşma salonunun çok yakınındaydı. Mamak zindanlarında ise aynı işlemler devam ediyordu. Kayacan ve Özenirler bu feryatları duymuyor, görmüyor, herhangi bir işlem yapmıyor, kesin bir kararlılık içinde işlerine bakıyorlardı.

Bu günlerde “üstat bir hukukçu” ve “bilge kişi” görünümüyle kamuoyunu hukuk adına aydınlatıp yönlendirme işlevini yüklenmiş görünen MHP davasının bu maruf hâkimi bir an için bile olsa o günlere dönmeli, vicdanî bir muhasebe yapmaya çalışmalıdır. Bunu yapmayı başarabilirse yıllar boyunca tutuklu kalmaları için oy kullandığı ülkücü sanıkların yarıdan fazlasının yedi buçuk yıl sonra mahkûmiyet almadan Mamak zindanlarından bırakıldığını hatırlar. Fiili infaz anlamına gelen bu tutumun yargılananların, ailelerinin ve yakınlarının üzerinde oluşturduğu manevî ve fizikî etkileri hissedip belki de hüzünlenebilir.

Aradan otuz yıla yakın bir zaman geçtikten sonra, darbenin faillerinin, yapılan hukuk katliamının sorumlularının savcılığın yapacağı soruşturmalarla belirlenmesi son derece zordur. O günlerde yapılanların hesabı gerçekten sorulmak isteniyorsa daha farklı bir yol tercih edilmeli, 12 Eylül ve darbeleri araştırmak amacıyla TBMM’nde bir “araştırma komisyonu” kurulmalıdır.

C-5 işkencehanesi kimlerin eseridir, bu zulüm ekibinde görev yapanlar kimlerdir, bunları kim seçmiştir? Mamak Cezaevi’nde insanlık dışı muameleleri yapanlar, yaptıranlar, olup bitenleri bilmelerine rağmen göz yumanlar o dönem kapandıktan sonra aldıkları görevi yapmanın huzuru içinde şerefli birer yurttaş gibi toplum içinde hayatlarını sürdürüyorlar. Ancak bu çileyi çekenler yakınlarıyla birlikte o kapkara günlerin travmatik etkilerini benliklerinde bir kâbus gibi yaşamaya devam ediyorlar.

Haklarında savcılık iddianamesini doğrulayan somut bir belge olmamasına rağmen, sonuçta beraat ettirilen bunca insan neden aylarca, yıllarca tutuklu kaldılar? Bu tablo hâkimlerin kafalarında belirledikleri cezayı fiili infaza dönüştürdükleri anlamına gelmez mi? Çoğu hayatlarının baharında olan genç insanları fikir ve düşünceleri nedeniyle peşinen suçlu sayıp cezalandırmaya çalışmanın hukukî, insanî ve ahlâkî bir izahı olabilir mi? İdam edilmesine saatler kala, Mustafa Pehlivanoğlu’nun kapatıldığı odaya girip hayatının bağışlanacağı vaadiyle kendisinden Türkeş’i suçlayacak beyanda bulunmasını isteyen savcı ve emniyet görevlisinin bu tiksindirici girişiminin teşhiri gerekmiyor mu?

12 Eylül darbesinden sonra Ankara Sıkıyönetim Askerî Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma sonucu açılan “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası” sekiz yıl kadar sonra sonuçlandı. İddianame, içeriğiyle, ideolojik saplantılarıyla, esinlendiği Marksist literatür ve sol çevrelerle hukuk adına bir yüz karasıdır. Ancak bu davanın devam ettiği yedi buçuk yıllık süreçte sanıklara yapılan muameleler, sonuçta dağın fare doğurması gibi davanın nisyana terk edilmesi trajikomik bir olaydır.

Zaman doğal olarak birçok şeyin üstünü örtüyor; bu davanın sanığı ülkücüler bir taraftan cezaevinde son derece olumsuz şartlar altında yıllarca çile çekerken, onların ana babaları, eşleri, çocukları, yakınları evlerinde yahut cezaevi kapısında bu ızdıraba ortak oldular. Tahliye talepleri yetkililerin kafalarında oluşturdukları ceza süreleri tamamlanıncaya kadar kabul görmedi. Bu fiili infazlar sırasında yargılanan birçok ülkücü 1988 yılında haklarında kesin hüküm açıklanırken Devlet’ten alacaklı konumdaydılar.

12 Haziran seçimlerinden sonra Anayasa değişikliği konusunun öncelikli olarak gündeme geleceği anlaşılıyor. Bunun yoğun tartışmalara yol açacağı, bilinen çevrelerin konuyu olup bittiye getirerek Türkiye’yi kendi görüş ve düşünceleri yönünde “dönüştürmeye” çalışacakları açıktır. Bu tartışmalar esnasında daha olumlu bir girişim yapılabilir, tarihî bir açılım gerçekleştirilebilir. 12 Eylül mağduru birçok siyasetçinin de yer alacağı Meclis’te özel bir “araştırma komisyonu” kurulmalı, 12 Eylül darbesi çeşitli yönlerden araştırılmalıdır. Başka bir ifadeyle hukuku askıya alarak yetkilerini kötüye kullanan, yargılamayı fikir ve düşüncelerini beğenmedikleri bir kitleyi ezip sindirme vesilesi şeklinde kullananlar ortaya çıkarılmalıdır.

Sonuncusu otuz yıl önce yaşanan faciaların tekrarlanmaması ve demokrasinin bir daha rayından çıkmaması, millî iradenin, egemenliğin millete ait olduğu ilkesinin içselleştirilmesi için Yasama organının bu komisyon aracılığıyla devreye girmesi, duruma el koyması tarihî bir görevdir.