TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Türkiye Devleti Ölüm Oruçlarıyla Diz Çökmeye Zorlanıyor

PKK VE KCK’lı mahkumlar kırk gün kadar önce, bazı siyasal-örgütsel taleplerinin yerine getirilmesi amacıyla açlık grevi başlattılar. Üç istek öne sürüyorlar:

  • Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit kaldırılsın,
  • Okullarda Kürtçe eğitimin yapılması kabul edilsin,
  • Yargılamalar sırasında Kürtçe ifade verilmesi, savunma yapılmasına imkân tanınsın.

Aslında bu isteklerden üçüncüsü AKP kongresinde sunulan 23 maddelik reformlar listesinin içerisinde yer alıyor. Ancak anlaşılan örgüt diğer iki isteğiyle birlikte bunu da dile getirmek suretiyle bu yöndeki bir hükümet kararını kendi başarısı olarak sunmak istiyor.

Aslında bu taleplerin tamamı yıllardan beri PKK ve siyasal uzantıları tarafından her vesileyle öne sürülüyor. Demokratik özerklik adıyla açıklanan ve devlet içinde devlet inşasını amaçlayan projenin başlıca esaslarını bunlar oluşturuyor.

Açlık grevi eyleminin terör örgütünün merkezi yönetimi tarafından özenle hazırlanıp uygulamaya koyulduğu açıkça ortada. Büyük iddialarla geçen yılın yaz başlarında ilan ettikleri ve bu yıl bütün güçleriyle yürütmeye çalıştıkları “devrimci halk savaşı” nın ne sonuç verdiğini herkes görüyor. Son açıklanan rakamlara göre 9 ayda 1000’e yakın PKK’lı öldürüldü; 100’den fazlası teslim oldu. Bu arada yaralı ve ölü olarak alıp götürdükleri bu rakamlara yansımıyor.

Terör örgütünün kış yaklaşırken çıkmazda olduğu anlaşılıyor. Suriye’deki gelişmelere paralel olarak, bölgede halk ayaklanması yaratmak planları da tutmadı. Çaresizlik içinde okullara saldırıp yakıyorlar; ama bu eylemler kendilerinin ve yandaşlarının dışında, herkesin tepkisini topluyor. Bu saldırılarıyla gerçek yüzlerini bir kere daha ortaya koyuyorlar. Çocuklarının okumasını isteyen ve örgütün okulları boykot çağrısına uymayan bölge halkı PKK’lıların öğretmenleri kaçırmalarına, taciz etmelerine, bu girişimleriyle eğitimi durdurmaya çalışmalarına, korku nedeniyle tepkisini açıkça dillendirmese bile yapılanlara rıza göstermiyor.

İstediklerini Türkiye Devleti’ne “devrimci halk savaşı” adını verdikleri terör saldırılarıyla kabul ettiremeyen PKK’lılar şimdi konuya uluslararası boyut kazandırmak, mağdur ve ezilen bir topluluk görünümü sağlamak için cezaevlerini devreye sokuyor.

PKK’nın ne kadar acımasız ve gaddar olduğunu, en ufak bir kazanım için elemanlarını fütursuzca ölüme saldıklarını, bu tarz eylemlerini kendilerince yüceltilen amaçlarına ulaşmak üzere yapılan fedakârlıklar şeklinde izah edip meşru göstermeye çalıştıklarını yıllardır gözlemliyoruz. Varlığını kan üzerinden politika yürüterek oluşturan PKK, bu defa gündeme soktuğu açlık grevi yöntemiyle psikolojisinin, ruh sefaletinin tipik bir örneğini sergiliyor. Açlık grevinde ne kadar çok sayıda insan ölürse, bunu başarı sayacaklar. Ölümler çoğaldıkça olayı olabildiğince yüksek sesle dillendirip kamuoyunun dikkatini çekmek üzere kullanacaklar.
Ölümlerden medet uman bu insanlık dışı, vicdansızca yöntemin etkili olması ve diledikleri sonuca ulaşabilmesi için doğal olarak propaganda mekanizmasını çok yönlü kullanmaları gerekiyor. Her zaman ki gibi bu hususu ayrıntılı olarak hesapladıkları görülüyor.

PKK, taktik gereği sözcülerini konuşturmaktan çok, yandaşlarını vakit geçirmeden devreye sokmaya çalışıyor. Nitekim her vesileyle örgütün paralelinde tavır sergileyen İnsan Hakları Derneği, Türk Tabipler Birliği gibi kuruluşlar art arda açıklamalar yapıyorlar. Keza PKK’nın her girişimine tuzu kapıp koşuşturan ve kendilerini aydın olarak tanımlayan bildik isimler de bildiriler yayınlayarak devreye girmekte gecikmiyorlar. Radikal, Taraf, Birgün gibi mahut varakpareler başta olmak üzere, bazı tirajlı gazetelerdeki sempatizan muhabir ve kalemler de haberleriyle ve yorumlarıyla malum koroya katılıyorlar.

30 yıldır izahını yapamadığım bir husus var; basının uzun yıllar en ağır topu konumunda olan, bir ara birkaç gazeteye ve televizyona hükmeden Aydın Doğan, klasik Leninci komünistlerin, sol sosyalistlerin ve başta PKK olmak üzere, Kürtçü fraksiyonların sözcülüğünü yapan, tirajı 20 binlerde sürünen bir gazeteye nasıl oluyor da oluk gibi para akıtarak yaşamasını sağlıyor. Eşiyle birlikte hacca gidecek kadar inanç sahibi olduğu görünen bir insan, ideolojik yapıları, zihniyetleri ortada olan, bunları militanca sergilemekte sakınca görmeyen insanları neden yıllardır besleyip durur? Milli, manevi ve muhafazakâr herhangi bir yayına kuruşu nasip olmayan bu zatın taksiratı, vebali bir hac vesilesiyle zayi olabilir mi?
PKK’nın yurt dışındaki uzantıları Batı Avrupa’da oluşturdukları diaspora üzerinden sağladıkları bağlantılarla işlevlerini yapmak üzere şimdiden girişimler başlattılar.

PKK terörünü görmezlikten gelen, tam tersine bunu bir halkın kurtuluş mücadelesi olarak haklı sayan kuruluşlar harekete geçtiler. PKK’ya her zaman hoşgörüyle bakan, sık sık destek veren Uluslararası Af Örgütü’nün güdümündeki Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) 01 Kasım’da Strazburg’da yapılacak genel kurul toplantısında, konunun ele alınacağı açıklandı. CPT’nin Türk üyesi Prof. Yakın Ertürk, Türkiye’den alınan haberlerin kaygı verici olduğunu ifade ederken, söz konusu toplantıdan çıkacak kararın ne mahiyette olacağının ilk işaretini vermiş oldu. Birkaç gün içerisinde örgütün güdümünde olan bazı Avrupalı parlamenterlerin, gazetecilerin, sivil toplum temsilcilerinin peş peşe Türkiye’ye gelmelerini bekleyebiliriz.

PKK içeride ve dışarıda oluşturduğu bu koro vasıtasıyla, silahla elde edemediği taleplerini açlık grevi ve muhtemel ölümlerle gerçekleştirmek için önümüzdeki günlerde çabalarını daha da yoğunlaştıracaktır. Türkiye’nin en büyük talihsizliği medya başta olmak üzere, propaganda araçlarının zihniyet ve ideojileri bilinen kesimlerin kontrolünde olmasıdır. Bu yüzden en kritik konularda bile medyadan genellikle aynı tonda ve belli eğilimde seslerden başkası işitilmiyor. Dünyada örneği az görünen bu dezenformasyon çabalarının etkisiyle hükümet, devletin PKK’ya diz çöküp yenilgiyi kabul ettiği anlamına gelecek yanlış bir adım atmamalıdır. Bu yanlışın telafisi olmaz, Balkan faciasının 100.ncü yılına girilirken tarihimize kapkara bir sayfa olarak geçer, yeni bir facia olarak yer alır.

Nuri GÜRGÜR