TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Darbeye Reddiye Devlete Tavsiye

Türk Ocakları, fitne sağanağından kaçan vatan evlatlarının sığındığı en kavi çatılardan birisidir. Bu vasfıyla milletin sağduyusuyla hareket etme yükümlülüğü taşımaktadır. Aklıselimi önceleyen bir tavır bizler için seçenek değil mecburiyettir. Yaklaşımlarımızda temel referansımız ise Türk düşünce tarihinden çıkardığımız derslerdir. Yaşanan süreçte görüşlerimizi aydın sorumluluğu dairesinde cesurca ortaya koymak durumundayız. Aksi takdirde tarih önüne başımız dik çıkamayız.


Tükürün milleti alçakça vuran darbelere! Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!


15 Temmuz gecesinde darbe teşebbüsünde bulunanlar yaşadığımız zamanı kirletmişlerdir. Millî iradeye hayâsızca kafa tutup masumların kanına girmişlerdir. Kim bu saatten sonra yapılanları tevil edecek söylemler geliştirmeye kalkıyorsa en hafif tabirle gaflet sarmalının girdabındadır. Etrafımız ateş çemberiyle kuşatılmışken ordumuzun itibarını zedeleyenler, “hain” sıfatının tüm çağrışımlarıyla nitelendirilmeyi hak etmektedir. Sonuçta hangi saikle olursa olsun bu kalkışmaya omuz verenler, emperyalist güçlerin Türkiye’deki tetikçileridir. Gelinen noktada, bugün demokrasinin yanında saf tutmak bir vatan görevidir. Türk milliyetçileri, görevlerini ifa etme noktasında gereğini yapmışlar ve yapmaya devam edeceklerdir. Çünkü demokrasi, milliyetçiliğin mütemmim cüzüdür.


Gökten Yağmur Yağdığında Oğlunun Kızının Başını Gözet, Gökten Taş Yağarsa Öz Başını Gözet!


Yukarıdaki ifade en eski Türk atasözlerinden bir tanesidir. İlk bakışta bencilce gözükse de barındırdığı mana derinliği oldukça ibret vericidir. Olağanüstü durumlarda süreci yöneteceklerin hissiyattan uzaklaşıp kendi varlıklarını korumaları gerektiğini vurgular. Uçaklarda oksijen sıkıntısı oluştuğunda öncelikle anne babanın maskelerini takması, ardından aynı işlemi çocuklarına uygulamaları gerektiği, hava yolculuğu yapan herkesin malumudur. Zira panik hâlinde anlık müdahalelerin hayat kurtardığı bir durumda, anne-baba evlat telaşıyla oksijensiz kalıp bilinç kaybına uğrarsa çocuğa o maskeyi takacak kimse kalmayacaktır. Sonuçta hem kendilerinin hem de yavrularının canı tehlikeye girecektir. Türk milletinin sırtını dayayıp “baba” olarak adlandırdığı devletimiz, beka tehlikesiyle karşı karşıyadır. O nedenle devletin kendini ve vatandaşını korumak için olağanüstü tedbirler almasını sorgulama lüksümüz yoktur. Kaldı ki bu tür kritik dönemlerde dünya demokrasilerinin standartları ortadadır. Allah göstermesin, devletimizin yüz yüze geldiği badireyi atlatamaması, Türk’ün bu coğrafyada silikleşip silinmesi demektir.


Beylik, Erdem ve Hünerle Kendini Gösterir!


Orhon Yazıtları’ndan sonra Türk medeniyetinin kurucu metinleri arasında Kutadgu Bilig ve Dede Korkut’un ayrı bir yeri vardır. Bu eserlerde, devleti yönetenlerde iki vasfın olmazsa olmaz hükmünde bulunduğu kaydedilir. Birincisi erdem, ikincisi hünerdir. Erdem insani ve millî değerler noktasında bireylerin söylem ve eylemlerindeki uyumdur. Hünerse üstlenilen vazifeyi yerine getirme becerisidir. Bugün devletimizin mücadele verdiği paralel yapının üstesinden gelebilmek, ancak erdem ve hüner sahibi yetkililer sayesinde mümkün olabilecektir. Kursaklarında FETÖ’nün lokmaları duranlarla verilecek mücadeleden, kimse etkin bir başarı beklememelidir. Hayretle müşahede edilmektedir ki yakın zamana kadar bu cemaatin sohbetlerinde arz-ı endam edenler, şimdilerde demokrasi nöbetlerinin ateşli müdavimleri olup çıkmışlardır. Bu zatların ellerini ovuşturarak kutsal mücadelede her türlü vazifeye hazır olduklarına dair beyanları gök kubbeyi inletmekte, hükümetin basiretine sesten perdeler örmektedir. Durum çift yönlü tehlike arz etmektedir. Devranın adamı olmayı marifet sayan erdemsizler, yarın devran değişir endişesiyle mücadelede yüzeysel adımlardan ötesini atamayacaktır. İkincisi ise kendi mazilerini aklamak amacıyla işlenen suça masum ortaklar üretebileceklerdir. Cemaate hiç değmemiş isimleri soruşturmalara dâhil ederek işi, “Geçmişteki hatalarım için beni sorguluyorsunuz ama sizin doğru bildiğiniz benden daha yamukları var.” demeye getirebileceklerdir. “Onlar bunu yaptıysa benim ucundan bulaşmışlığım mazur görülmelidir.” algısını oluşturmaya çalışacaklardır. Erdem, önemli bir meziyettir. Ancak hünere dönüşmeyen erdem, kötürüm kalmaya mahkûmdur. FETÖ mikrobunu temizleyecek irade, bilgi ve cesaretle donanmış hüner sahiplerince hayata geçirilmelidir.


Adalet gecikmez, tez verilmeli!


Adalet, suçluyu suçsuzdan ayırıp suçun ve suçlunun keyfiyetini belirleme uğraşıdır. Bu uğraş, titizlikle yürütülmez ise mazlumun “ah”ı alınır ve bu “ah” yerde kalmaz. Nitekim FETÖ’nün Türk ordusuna kurduğu kumpasların mağdurlarının “ah”ı, müsebbiplerinden aheste aheste çıkmaktadır. Yaşananlardan hareketle yeni mağduriyetlere yol açmamak, mülkün yani devletin temeli olan adalete güveni sarsmamak için dikkatli davranılmalıdır. Türk devleti, sokaklarını işgal edip kendisine silah doğrultan PKK’lı teröristlerle bölgede yaşayan sivil halkı ayırmada gösterdiği hassasiyeti, bu ihanet senaryosunda adı geçenler için de sergileyebilmelidir. Aksi takdirde oluşabilecek mağdur kitlenin kırgınlıkları, millî bütünlüğümüz açısından çıban hâlini alabilecektir. İsmi, “Fethullahçı yapı” ile zikredilenler hakkında güvenlik birimlerinden gelen istihbaratlar esas alınmalı jurnalcilik oynayanlara prim verilmemelidir. Devlet nezdinde suçu sabit görülenlere ise ibretlik yaptırımlar uygulanmalıdır.


Devlet öyle namuslu bir gelindir ki iki koca kabullenmez!


Yukarıdaki cümle, kendisine devleti ortak yönetme teklifi getiren kardeşi Cem Sultan’a II. Beyazıt’ın verdiği cevaptır. Mütedeyyin ailelerin çocuklarını dindarlaştırma vaadiyle ortaya çıkan FETÖ, bugün aynı çocukları vatan haini olarak karşımıza dikebilmiştir. Konu din psikolojisi ve sosyolojisi açısından ayrıca incelenmeye değerdir. Başlangıçta albenisi yüksek söylemlerle “Allah rızası (!)” için yapıya dâhil edilenler, bir müddet sonra mensup oldukları cemaatin kurallarını, dinin kuralları olarak görmeye ve göstermeye başlamışlardır. Yaşadığımız “kalkışma” hareketinde görev alanlar, bu işe cemiyeti cemaatleştirme amacıyla girişmişlerdir. Bunu yaparken Pensilvanya’nın çekim alanına öylesine kapılmışlardır ki kendi insanına kıyabilme alçaklığını dahi gösterebilmişlerdir. Bedeli çok ağır olan tecrübelerden ders alınmalıdır. Cemaatten boşalan görevlere, başka mensubiyetleri Türk devletine bağlılıklarının önüne geçen organize yapıların müntesipleri getirilmemelidir. Ancak burada bir husus hayati önem taşımaktadır. Din kisvesine bürünmüş canilere karşı verilen mücadele, kesinlikle dindarlarla mücadele şeklinde yürütülmemelidir. Unutulmamalıdır ki 28 Şubat sürecinde, dindar Anadolu insanına reva görülen uygulamalardan en çok bu istismarcılar nemalanmıştır. “Orduyu Müslümanlaştırma” söylemiyle, hayata geçirdikleri pek çok rezilliği gölgeleyebilmişlerdir. Bu saatten sonra sivil-asker Türk bürokrasisi milletin değerlerine sırtını dönme aymazlığına düşemez.


Yaşasın Akla Aykırılık!


Olayın başından beri devletin yetkili mercilerinden bir kısmının bazı zafiyetler gösterdiği anlaşılmaktadır. Sular durulduğunda mesullerden bunun hesabı kesinlikle sorulmalıdır. Diğer yandan darbeciler inceden inceye planlar hazırlamışlar, listeler tutmuşlar, tedbirler almışlardır. Cuntacılar, bugüne dek darbelere ses çıkarmamış bir toplumda büyük bir dirençle karşılaşmayacaklarını düşünmüştür. Rasyonel pencereden bakıldığında avantajlı olan kendileridir. Ancak hesaba katmadıkları bir şey vardır. O da Türk milletinin akla aykırı tarafıdır. Öleceğini bile bile darbeci komutanı alnının ortasından vuran askerimizi, tankların önüne yatan sivilimizi, beş dakikada tank sürmeyi becerebilen gencimizi ve daha nicelerini akla uygun kantarlara vurmak mümkün değildir. Darbeciler, kıytırıktan azalık için birbirini yiyen insanların, meydanları doldurabileceklerini akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdir. Terazileri Türk’ün akla aykırı ağırlığını çekememiştir. Devletimiz üzerine hesap yapanların milletimizin bu özelliğini hiçbir zaman ölçemeyecek olmaları, nesillerimizin Anadolu’da ilelebet payidar olacağının en önemli garantisidir.