Dülger Balığının Ölümü

Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğsüne takılmaya değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrtler, şunlar bunlar?

Mümkünü olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şan ü şeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki üzülmüş bebeklere döner balık sırtının pırıltıları. Benim, size ölümünü hikâye edeceğim balığın öyle pırıltılı, yanar döner pullan yoktur. Pulu da yoktur ya zavallının. Hafifçe, belirsiz bir yeşil renkle esmerdir. Balıkların en çirkinidir. Kocaman, dişsiz, ak ve şeffaf naylondan bir ağzı vardır. Sudan çıkar çıkmaz bir karış açılır. Açılır da bir daha kapanmaz.
Vücudu kirlice, esmer renkte, demiş miydim? Yamyassıdır, demiş miydim? Tam ortalık yerinde, her iki yanda sağlı sollu iki başparmak izi diyebileceğimiz koyu lekeler vardır, demiş miydim?
Rum balıkçıların Hırisopsaros (Hıristos balığı) dedikleri bu balık, vaktiyle kor¬kunç bir deniz canavarı imiş. İsa doğmadan evvel, Akdeniz'e dehşet salmış. Bir Finikeli denize düşmeye görsün! Devirdiği Kartacalı çektirmesinin, Beniisrail balıkçı kayığının sayısı sayılamamış. Keser, biçer; doğrar, mahmuzlar; takar, yırtar; koparır, atar; çeker, parçalarmış. Akdeniz'in en gözü pek; insandan, hayvandan, fırtınadan, yıl¬dırımdan, yağmurdan, belâdan, işkenceden yılmaz korsanı; dülger balığının adından bembeyaz kesilirmiş.
İsa, günlerden bir gün, deniz kenarında gezinirken sandallarını büyük bir korkuyla bırakıp kaçan balıkçılar görmüş. "Ne oluyorsunuz?" diye sorunca balıkçılara:
"Aman!" demişler balıkçılar, "Elaman! Elaman, bu canavardan! Sandallarımızı kırdı, ar¬kadaşlarımızı parçaladı. Hepsinden kötüsü, balık tutamaz olduk, açlıktan kırılırız."
İsa, yalın ayak, başı kabak, dülger balıklarının yüzlercesinin kaynaştığı denize doğru yürümüş. En kocamanını, uzun parmaklı elleriyle tutup sudan çıkarmış. İki eli¬nin başparmağı arasında sımsıkı tutmuş, eğilmiş, kulağına bir şeyler söylemiş...
O gün bu gündür dülger balığı, denizlerin görünüşü pek dehşetli, fakat huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratığıdır. Birçok yerlerinde çiviye, kesere, eğriye, kerpetene, testereye, eğeye benzer çıkıntıları, kemikle kılçık arası dikenleri vardır. Dülger balığı adı bunlardan ötürü ona takılmış olmalı.
Bütün bu alet edevatın dört yanını, şeffaf naylondan diyebileceğimiz işlemeli bir zar çevirmektedir. Kuyruğa doğru bu incecik zar azıcık kalınlaşır, rengi koyulaşır, bir balık kuyruğunun biçimini alır.
Oltaya tutuldu muydu dünyasına, sulara küsüverir. Nasıl bir korku içine düşer kim bilir? Onun için dünya bomboştur artık. Oltadan kurtulsa da fayda yoktur. Suyun yüzüne yamyassı serilir. Kocaman gözleriyle insana mahzun bakar durur. Sandala aldığınız zaman dakikalarca onun sesini işitirsiniz. Ya, sesini! Bir o, bir de kırlangıç ba¬lığı sandalda ölünceye kadar ikide bir feryada benzer, soluğa benzer acı bir ses çıka¬rır. İnce zardan ağzını bir kere ağlara vurmasın, küstüğünün resmidir dülger balığı-
nın.
Bir gün, balıkçı kahvesinin önündeki yarısı kırmızı, yarısı beyaz çiçek açan akas¬yanın dalına asılmış bir dülger balığı gördüm. Rengi denizden çıktığı zamanki esmer renkteydi önce. Vücudunda hiçbir kımıldama yoktu. Taş kadar cansızdı. Yalnız alet¬lerinin etrafını çeviren incecik, ipekten bile yumuşak zarları oynaşıp duruyordu. Böy¬le bir oynama hiç görmemiştim. Evet, bu bir oyundu. Bir görünmez iç rüzgârının oyu¬nuydu. Vücutta, görünüşte hiçbir titreme yoktu. Yalnız bu zarlar zevkli bir ürperişle tatlı tatlı titriyordu. İlk bakışta insana zevkli, eğlenceli bir şeymiş gibi gelen bu titre¬me, hakikatte bir ölüm dansıydı. Sanki dülger balığının ruhu, rüzgâr rüzgâr, bu ince¬cik zarlardan çıkıp gidiyordu; bir dirhem kalmamacasına.
Hani bazı yaz günleri hiç rüzgâr yokken deniz üstünde bir meneviş peydahlanır. İşte öyle bir cazip titremeydi bu. İnsanın içini zevkle, saadetle dolduruyordu. Ancak, balığın ölmek üzere olduğu düşünülürse, bu titremenin anlamı hafifçe acıya yorula¬bilirdi. Ama insan yine de bu 'anlam'a almamaya çalışıyordu. Belki de bu, harikula¬de tatlı bir ölümdü. Belki de balık, hâlâ suda, derinliklerde bulunduğunu sanıyordur. Karnı tok, sırtı pektir. Akşam olmuştur. Deniz dibinin kumları gıdıklayıcıdır.
Birdenbire dehşetli bir şey gördüm: Balık tuhaf bir şekilde, ağır ağır ağarmaya, rengini atmaya, bembeyaz kesilmeye giden bir hâl almaya başlamıştı. Acaba bana mı öyle geliyor? Sahiden rengini mi atıyor, demeye, dikkatli bakmaya lüzum kalmadan, yanılmadığımı anladım.
Kenarları süsleyen zarların oyunu çabuklaşmaya; balık da gitgide, saniyeden sa¬niyeye pek belli bir hâlde beyazlanmaya başladı. İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum. Bu, hepimizin bildiği bir korku idi: Ölüm korkusu.
Artık her şeyi anlamıştı. Denizlerin dip âlemi bitmişti. Ne akıntılara yassı vücu¬dunu bırakmak ne karanlık sulara, koyu yeşil yosunlara gömülmek... Ne sabahlan birdenbire, yukarılardan derinlere inen, serin aydınlıkta uyanıvermek, günün mavi ile yeşil oyunları içinde kuyruk oynatmak, habbeler çıkarmak, yüze doğru fırlamak... Ne yosunlara, canlı yosunlara yatmak ne akıntılarda aletlerini yakamozlara takarak yıkan¬mak, yıkanmak vardı. Her şey bitmişti.
Dülger balığının ölüm hâli uzun sürüyor. Sanki balık şu hava dediğimiz gaz su¬ya alışmaya çalışmaktadır. Hani biraz dişini sıksa, alışması bile mümkündür gibime geldi.
Bu iki saat süren ölüm hâlini, dört saate, dört saati sekiz saate, sekiz saati yirmi dörde çıkardık mıydı; dülger balığını aramızda bir işle uğraşırken görüvereceğiz sanı¬yorum.
Onu atmosferimize, suyumuza alıştırdığımız gün, bayramlar edeceğiz. Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlene¬rek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak. Onu şa¬ir, küskün, anlaşılmayan birisi yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak İsa'nın tuttu¬ğu belinin ortasındaki parmak izi yerlerini, mahmuzları, kerpeteni, eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. İlk çağlardaki canavar hâlini bulacak.
Bir kere suyumuza alışmayagörsün. Onu canavar hâline getirmek için hiçbir fır¬satı kaçırmayacağız.

Sait Faik Abasıyaıuk
Alemdağ'da Var Bir Yılan /Az Şekerli