TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Yolunu Arayan Türkiye

İki kutuplu dünya düzeninin yıkılmasının ardından dünyanın dengelerinin yeniden kurulması yolunda sancılı, krizli, savaşlı bir dönem başladı. Dünyanın çeşitli bölgelerinde, bahusus İslam ülkelerinde bölünme ve iç savaşlar yaşanmaktadır. Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından  bağımsız Türk devletleri ve özerk Türk topluluklarının ortaya çıkmasıyla önümüzde hâcet kapılarının açıldığını düşündük. Çok kısa bir süre sonra realpolitikin soğuk yüzüyle karşılaştık. O zaman tek süper güç konumundaki ABD’nin Irak’a müdahalesi aslında yeni dönemin ilk sinyallerini veriyordu.

 

Yeni paradigma önce medeniyetler çatışması olarak aynı zamanda ve sonrasında ise “medeniyet içi çatışmalar” olarak kurgulandı. Bu kurguda, Osmanlı’nın dağılma sürecinde İslam dünyasında “kurulan” ve devlet sınırları yapay olarak tespit edilen Sykes-Picot düzeninin geleceği merkezi bir yer tutuyordu ve nitekim 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler vakası sonrasında dönemin ABD Başkanının ifadesiyle bir Haçlı Seferi başlatıldı. Bu süreçte, bir yandan Dinlerarası diyalog ve daha sonra medeniyetler ittifakı (İttifak, kime karşı?) gibi söylemlerle ılımlı İslam projesi, öte yandan da İslam dünyasının kısmen tarihten gelen kısmen de modernitenin derinleştirdiği ihtilaflar kullanıldı.

 

Irak’a ikinci müdahale ülkenin fiilen üçe bölünmesini derinleştirirken oluk oluk Müslüman kanının akmasına yol açtı. Arap Baharı adıyla başlayan ve İslam dünyasına demokrasi ve özgürlük getireceği iddia edilen olayların sonuçları ise herkesin malumu.  Yüzbinlerce ölü ve yurtlarını terk etmek zorunda kalan milyonlarca sığınmacı.

 

Ortadoğu’daki Gelişmeler Karşısında Türkiye

 

Bu süreçte Türkiye arzu edildiği ölçüde olmasa da Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. 2009’da kurulan Türk Konseyi (Türk Keneşi) ve çeşitli ortak kurumlar, ekonomik işbirlikleri  geleceğe dair ümitlerimizi korumamızı sağlıyor. Ancak, giderek güçlenen ve eski konumunu kazanmaya çalışan Rusya ve dünyanın yeni ekonomik gücü Çin gerçeği karşısında akılıcı, gerçekçi ve ufku gören yeni politikalara ihtiyaç var. Ortadoğu’da tarihî ve kültürel müktesebatımızın sağladığı yumuşak gücün etkisiyle bir müddet son derece olumlu adımlar atılmıştı. Ne var ki Suriye ve Mısır krizlerinde Türkiye makul ve mantıklı bir yönlendiricilik yerine açıktan taraf olunca Ortadoğu politikalarındaki etkimiz de azaldı. Suriye iç savaşının ekonomimize ve toplum hayatımıza yüklediği aşırı yük de cabası.

 

Elbette ki Türkiye mazlumların yanında yer almalıdır. Sığınmacılara kucak açılması da doğrudur. Ne var ki, işin başında daha dikkatli ve dengeli bir politika izlenseydi olayların hem ilgili ülkelere hem de Türkiye’ye maliyeti bu kadar ağır olmazdı. Tabii ki bu hadiselerde Türkiye’den çok daha etkili bazı devletlerin dahli var ama biz Suriye krizinde yanlış hesap yaptık; Mısır’da da Mursi’ye ve taraftarları açısından daha olumlu sonuçlar sağlayabilecek dikkatli bir politika takip edilebilirdi. Bunlardan ders almak, geleceği daha sağlam temellere dayalı olarak inşa etmek devlet adamlarımzın görevidir.

 

Son zamanlarda Rusya ve ABD arasında ve diğer aktörlerin de müdahil olduğu enteresan gelişmeler yaşanıyor. Çin’in de devrede olduğu bu yeni süreçte Ortadoğu’daki kargaşanın yeni bir evreye gireceği anlaşılıyor. Beşşar Esed’in bir süre daha konumunu muhafaza edeceğine kesin gözüyle bakılıyor. İran’ın ABD ile geliştirdiği yeni ilişkilerin de katkısıyla hem Irak’ta hem de Suriye’de Türkiye’den daha etkili bir pozisyon edindiği görülüyor.

 

*********

 

Çevremizdeki olayları, basından ve  uzmanların daha ayrıntılı yazılarından takip etmek mümkün. Bizim burada asıl üzerinde durmak istediğimiz nokta şu: Türkiye’yi yöneten devlet aklı bu zorlu coğrafyada ülkemizin çıkarları doğrultusunda bir politika inşa ederken muhakkak surette tarihe ve jeopolitiğe iyi bakmak zorundadır. “Çözüm” süreci başlarken Kuzey Irak yönetimi ve Abdullah Öcalan’a dayandırılan bir strateji ile bu işin olamayacağını, zira bölgedeki diğer aktörlerin muhakkak hesaba katılması gerektiğini ifade etmiştik.  Bugün de hiçbir büyük gücün “her şeye muktedir” olmadığını, bölgesel güçlerin de asla ihmal edilemeyeceğini  her daim hatırda tutmalıyız.

 

Türkiye, içindeki etnik bölücü terör örgütü ve onun legal-illegal uzantılarıyla mücadele stratejisini  gözden geçirmek durumundadır. Burada, teröre, şiddete taviz anlamı taşıyan uygulamalar asla geri dönülmemek üzere terk edilmelidir. Buna mukabil, insanımızı, etnik veya mezhebi köken farklarına bakılmaksızın bir bütün olarak kucaklayan bir yaklaşımla sorunların çözümüne çalışılmalıdır. Ortadoğu’da daha dengeli bir politika izlemenin Müslüman halkların yararına olacağı anlaşılmalıdır. Türkiye’nin tarihî bir sorumluluğu vardır ama bunu ancak realpolitik şartlar içinde ve gücü oranında yerine getirebileceği de asla unutulmamalıdır.

 

Asıl Mesele: Medeniyetimiz Yeniden İnşa

 

Asıl meselemiz ise bunların üzerindedir. Türk milleti ve İslam âlemi yeni çağın meydan okumalarına karşı kendi medeniyetini yeniden inşa etme noktasında başarısızdır. Eğitimden yeni teknolojiler geliştirmeye, yoksulluk ve işsizlikle mücadeleden insan hayatı için her zaman önemli olan su kaynakları ve tarım alanındaki çalışmalara varıncaya kadar pek çok eksiğimiz var. Dış politika, savaşlar, terörizm vb. daha derindeki problemlerimizin yansıma alanlarından ibaret. Ekonomide, inovasyonda, eğitimde, bilgi teknolojilerinde, sanat ve edebiyatta güçlü bir Türkiye, güçlü İslam ülkeleri, şu an içinde bulunduğumuz zilletten kurtuluşumuzun gerçek anahtarlarıdır.

 

Bugün, batılı bir paradigma ile yapılmış olsalar da insani gelişmişlik endekslerinde, bilimsel alandaki yaratıcı çalışmalarda, eğitim ve kültür hayatında, sağlıkta vb. İslam ülkelerinin görece geri durumu bir vakıadır. Modernitenin ve akabinde bilişim devriminin etkilerinin derinden sarstığı geleneksel ahlak ve toplum nizamının yerinde de yeller esiyor. Müslümanlık adına ortaya çıkanlarımız ise maalesef dinin muhtevasını boşaltıyor. Mütedeyyin geçinen bazı çevrelerin İslam dininin ülkemizdeki algılanışı açısından verdiği zarar, kafa kesip insan öldürmeyi cihat zanneden sapkınların verdiği dünyadaki İslam algısına verdiği zarardan daha az değil. Müslümanlar ârafta, iki cami arasında bî-namaz. Bu bunalımdan çıkış, ancak ve yalnızca yeniden kendi medeniyetimizi inşa ile mümkündür.

 

Bu karamsar tablo bizi yeise düşürmemelidir. Bir müddettir yaşadıklarımız aslında bu yeniden doğuşun, dirilişin sancıları ve yalpalayan adımları olarak da okunabilir. Bunun daha bilinçli bir çabaya dönüşmesi nutukla ve belagatla değil, çok çalışmakla, istikamet sahibi olmakla, insanlığa İslam’ın ve kültürümüzün aslî değerlerini yeni zamanların ihtiyaçlarını karşılayan yeni formlarla sunmakla mümkün olabilir.

 

Bu muazzam meydan okuma karşısında İslam dünyasının önderliği ve öncülüğü Balkanlardan Maveraünnehir’e, oradan Doğu Türkistan’a uzanan büyük siyaset ve medeniyet birikimiyle Türk milletine ve Türkiye’ye düşüyor. Ancak bu kuru kuruya övünme, kendi kendini lider ilan etmekle olmaz; bu tevazu, sabır ve gayretle olur. Ecdadımızın kurduğu büyük medeniyetler birden bire inşa edilmiş değildir. Erol Güngör’ün Türk Tarihinin zirvesi olarak tavsif ettiği Osmanlı Yüce Devleti kuruluşundan 150 yıl kadar sonra bir dünya gücüne dönüşmüştür. Günümüzde teknolojinin hızla değiştiği dikkate alınırsa bu kadar uzun süreye ihtiyaç yok. Ancak öncelikle akla, sağduyuya, bilim ve ekonomi alanından sanat ve kültüre uzanan geniş bir yelpazede her türlü çabayı destekleyen, teşvik eden bir genel politikaya ihtiyaç var. Gündelik siyasetin girdabında boğulmayan gerçek bir üst akıla ihtiyaç var.

 

***********

 

Türkiye 1 Kasım’da bir tekrar seçim yapacak. Siyasilerimizin, parti politikasının dar çıkar hesaplarının üzerine çıkıp, hem Türk milletinin, Türk dünyasının ve bütün İslam aleminin geleceğini hem de tarihte olduğu gibi bugün de insanlığa teklif edeceğimiz  yeni medeniyet tasavvurumuzu merkeze alan bir yaklaşımı benimsemesini ümid ve temenni ederiz.

 

Bilvesile milletimizin ve İslam aleminin bayramını kutlar, İslam aleminin bir an önce, barış ve huzur içinde idrak edeceği bayramlara kavuşmasını Cenab-ı Allah’dan niyaz ederim.