TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Türkiye’nin AB yolu Kıbrıs’tan mı geçer?
Nejat ÇOĞAL

Son zamanlarda, AB yetkilileri ve özellikle de Rum-Yunan tarafında, “Türkiye’nin AB yolunun Kıbrıs’tan geçtiği” şeklindeki söylemlerin sık sık dile getirildiğine şahit olmaktayız. Yakın geçmişe şöyle bir göz attığımızda, AB’nin bu söylemini belli dönemlerde özellikle yüksek sesle dile getirdiğine şahit oluruz. Kuşkusuz, AB ve Rum-Yunan tarafının bu şantaj kokan açıklamaları, Türk Askerinin Ada’dan çekilmesi, Garanti ve İttifak Anlaşmalarını hükümsüz hale getirilerek Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki hak ve yükümlülüklerinin elinden alınması ve KKTC’nin ortadan kaldırılması temennisinden başka bir anlama gelmemektedir. Türkiye’yi devre dışı bırakarak “dolaylı enosis” i gerçekleştirme hevesinde olan Yunanistan, Türkiye’nin AB sürecini koz olarak, GKRY’ni ise taşeron olarak kullanmaya devam etmektedir.

Hatırlayalım, AB, 1960 Garanti ve İttifak Anlaşmalarına aykırı olarak Kıbrıs Rum Kesimini üye yapabilmek için, 1999 Helsinki Zirvesinde, Türkiye üzerinde baskı uygulayacağının işaretlerini vermiş, 2002 Kopenhag zirvesinde bu baskıyı had safhaya çıkarmıştı. AB, Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye resmen adaylık statüsü verirken aynı zamanda Kıbrıs’ın, üyelik için Türkiye ile anlaşmazlığını çözmesine gerek olmadığını da açıklamış ve Kıbrıslı Rumları tek yanlı olarak ve Ada’nın tümünü temsilen üye yapacağının sinyallerini de vermişti. Oysa Rumları üye yaptıktan sonra, Türkiye’nin üyeliğini Kıbrıs meselesinin çözümüne bağlayan AB, ciddi bir güven bunalımına da sebep olmuştu.

BM, AB, ABD ve İngiltere’nin 2002 Kopenhag Zirvesi öncesinde, Türkiye ve Kıbrıslı Türklere yönelik yürüttükleri baskı politikaları ise, bugün yaşananları anlamak açısından üzerinde durmaya değerdir. AB ve BMGS Kofi Annan’ın zamanlaması ise dikkate değerdir. Zira, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın rahatsızlığı nedeniyle, New York’ta tedavi gördüğü ve Türkiye’de de bir hükümet değişikliği yaşandığı sırada, birçok olumsuzlukları içeren 1. Annan Planı Türk tarafına zorla empoze edilmeye çalışılmıştır. BM ve AB, 40 yılda çözülemeyen Kıbrıs meselesini birkaç gün içinde, alelacele çözmek ve böylece Kıbrıs Ada’sını bir bütün olarak yutmak istemiştir. Bunu yaparken de, Türkiye’ye ve Kıbrıs Türklerine karşı her türlü tehdidi savurmaktan da geri kalmamıştır.

Kopenhag Zirvesi’nde istediğini alamayan AB, Türkiye’ye müzakere tarihi de vermemiştir. Ancak AB ve destekçileri, Zirvenin Kıbrıs Türkleri için son fırsat olduğunu belirtmelerine rağmen, pes etmemişlerdir. Önce, Planın imzalanması için 28 Şubat 2003’e kadar taraflara süre tanımışlar, bu da olmayınca, Nisan 2003’te Kıbrıslı Rumlarla tek taraflı olarak katılım anlaşmasını imzalamışlardır.

Şüphesiz, Türkiye ve KKTC üzerindeki baskılar devam etmiştir. AB yetkilileri bir yandan “siyasi çözüm olsa da olmasa da Rum tarafı 1 Mayıs 2004 tarihinde kesin olarak AB üyesidir… şeklinde demeçler verirken, bir yandan da Annan Planı’nı birkaç defa revize etmek suretiyle, Türk tarafınca kabul edilmesi için baskılarını sürdürmüşlerdir. Oysa Rumlar AB üyeliğini zaten garantilemiş oldukları için rahatlıkla plana hayır diyebilmişlerdir.

AB’nin belki de en büyük çifte standardı, kendi egemen devletlerinden vazgeçme uğruna Plana “evet” demelerine rağmen, Kıbrıs Türklerinin Birlik dışında bırakılmış olmalarıdır. AB ve Rum-Yunan tarafı kendilerince bir taşla iki kuş vurmuş, Kıbrıslı Rumlar hem uluslar arası anlaşmalara aykırı olarak ve hem de “Kıbrıs” adı altında tek taraflı olarak AB üyesi yapılmıştır.

AB ve Rum-Yunan tarafının Türkiye üzerindeki baskısı, elbette 1 Mayıs 2004 tarihinden sonra daha sistematik bir biçimde ve ağırlaşarak devam etmiştir. Rumları üye yapmakla, Kıbrıs meselesini içinden çıkılmaz bir hale getiren AB, Aralık 2004 Brüksel Zirvesi’nde Türkiye’ye müzakere tarihi vermiştir (Katılım müzakereleri 3 Ekim 2005 tarihinde başlamıştır). Ne var ki Kıbrıs’ı, Türkiye-AB katılım sürecinin önündeki en büyük engel olarak masaya yatırmaktan da geri kalmamıştır.

Nitekim, haksız olarak üye yaptığı GKRY’ni tanıması yönünde Türkiye’ye baskı uygulayan AB, sırf bu yüzden 8 başlıkta müzakereleri askıya almış (2006 Aralık zirvesinde) ve 2009 Aralık Zirvesi’ne kadar Türkiye’ye süre tanımıştır.

İşte AB ve Rum-Yunan tarafının, son zamanlarda “Türkiye’nin AB yolu Kıbrıs’tan geçiyor” ya da “Kıbrıs’ın anahtarı Türkiye’nin elinde” gibi açıklamaları sıklıkla ve yüksek sesle dile getirmeleri bu yüzdendir. Yani, Türkiye’ye verilen süre daralmaktadır ve GKRY’nin tanınması yönünde de bir sinyal alınmış değildir. Kısacası, AB 2002 Kopenhag Zirvesi’nde olduğu gibi paniklemiştir.

Nitekim, Karamanlis ve Hristofyas’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı “Türkiye’yi Aralık zirvesinde veto etmeyeceğiz” şeklindeki ortak açıklamaları bu paniklemenin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Büyük ihtimalle, Yunan ve Rum Liderler, 2009 sonuna kadar Türkiye’den taviz koparamayacaklarını anladıkları için yeni bir strateji geliştirdiler. AB’yi yeni bir krizin içine sokmaktan çekindikleri için de şimdiden tedbir almanın gayreti içine girmişlerdir.

Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin son zamanlarda, Türkiye’nin üyeliğine karşı olduklarını belirterek “imtiyazlı ortaklık” tan bahsetmeleri ise, AB’nin samimiyetsizliğinin üzerine tuz biber ekmektedir. Siz, bir ülke ile hem tam üyelik müzakerelerini başlatacaksınız hem de çıkıp siz tam üye olamazsınız diyeceksiniz. Tabiri caizse bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Kuşkusuz, AB liderleri Haziran’da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri ile Sonbaharda Almanya’da yapılacak genel seçimlerde, Türkiye’yi iç politika malzemesi olarak kullanmaya çalışmaktadırlar. Bu yüzden, kendi kamuoylarına Türkiye aleyhtarı mesajlar vererek seçmenlerini etkilemenin peşindedirler. Ancak bu açıklamaların, Türk Kamuoyunun AB’ye bakış açısını olumsuz yönde etkilediğini de hesaba katmaları gerekmektedir.

Netice itibariyle, “Türkiye’nin AB yolu Kıbrıs’tan geçiyor”, ya da “Kıbrıs’ın anahtarı Türkiye’nin elinde” gibi beyanatlar, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya yönelik, zamanlaması iyi yapılmış, maksatlı açıklamalardır. Bu şekilde, ayrıca, Talat-Hristofyas arasında devam etmekte olan kapsamlı çözüm müzakerelerinin de Rumlar lehine sulandırılması amaçlanmaktadır.

AB üyeliğinin yolu Kopenhag kriterlerinin karşılanmasından geçmektedir. Türkiye bu anlamda üzerine düşeni yerine getirmiştir. Ne var ki AB, Türkiye’den taviz koparmadan bu süreci sonlandırmaya niyetli değildir. Kuşkusuz, Kıbrıs’ı aldıktan sonra Ege sorununu gündeme getirecektir. İşte bu yüzdendir ki, AB, Aralık 2009 Zirvesi’nde Türkiye ile bağlarını koparmaya cesaret edemeyecektir. Rum-Yunan tarafı bu gerçeği iyi kavramış olacak ki Türkiye’yi Aralık Zirvesinde veto etmeyeceğini şimdiden açıklama ihtiyacı duymuştur. Ne yazık ki, bu tür yaklaşımlar sorunu çözmekten ziyade ötelemeyi amaçlamaktadır. Avrupa Birliği’nin, Türkiye’yi oyalama taktiklerini ısrarla devam ettirmek yerine, Türk Milletinin güvenini kazanacak adımlar atması yerinde olacaktır. Türkiye ise, AB’nin uyguladığı ikiyüzlü politikaları gün yüzüne çıkarıp, Avrupa kamuoyunun önüne koyması halinde, AB liderlerinin Türkiye üzerinden siyaset yapmaları zorlaşacaktır.