TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

950. YILINDA MALAZGİRT ZAFERİ

Türk milletinin tarihinde hayati önem taşıyan dönüm noktaları vardır. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Savaşı ve Zaferi, bunların başında gelenlerdendir. Anadolu coğrafyası, binlerce yıllık tarihinde Avrasya bozkırlarında, Avrupa'da izler bırakan Türk akınlarına daha önce de sahne olmuştu. Ancak Malazgirt Zaferi akabinde Anadolu'da kurulan Türk-İslam siyasi egemenliğinin bugüne kadar kesintisiz sürmesi, sadece Türk tarihinde değil, dünya tarihinde de büyük etkiler yapmıştır. Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde bu topraklara Müslüman Türk mührü, silinmez bir şekilde vurulmuştur.

Bundan tam 851 yıl sonra, Anadolu’ya sıkıştırılan Türk milleti, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde, başka bir 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz ile düşmanı topraklarımızdan söküp atmıştır. Merhum Atsız Bey’in de dediği gibi “30 Ağustos’u anarken, bir inanç gücünün kazandırdığı zaferi düşünüyor ve ona başlangıç olan 26 Ağustos’u da hatırlıyoruz. 26 Ağustos, 40 bin kişinin 100 bini darmadağın ettiği başka bir inanç savaşının, Malazgirt’in de yıldönümüdür. (…) Türkiye Türklerine yakışan asıl bayram, 26-30 Ağustos günleri bayramıdır.”

Daha önceki girişimleri başarısız olan Doğu Roma İmparatoru Romen Diyojen, Selçuklu meselesini kökünden halletmek amacıyla 13 Mart 1071’de harekete geçti. İmparator’un ilerlediği haberi üzerine Mısır Seferi’ni yarıda kesip Ahlat’a gelen Sultan Alp Arslan, oradan ayrılarak Ahlat-Malazgirt arasındaki Rahve Ovası’nda karargâhını kurdu. Çeşitli milletlerden oluşması sebebiyle birlikten mahrum 200.000 kişilik Bizans ordusuna karşılık Selçuklu ordusu hepsi aynı ülküye hizmet eden yaklaşık 50.000 kişiden ibaretti. Alparslan’ın beraberinde Gevherayin, Afşin, Savtegin, Sunduk ve Ay Tegin gibi Anadolu’yu ve Bizanslılar’ı iyi tanıyan tecrübeli akıncı beyleriyle Artuk, Tutak, Danişmend, Saltuk, Mengücük, Çavlı, Çavuldur ve Porsuk gibi Selçuklu Devleti’nin en değerli emirleri bulunuyordu.

26 Ağustos 1071 Cuma günü öğleye kadar orduyu denetleyen ve kumandanlarına son buyruklarını veren Alparslan, imamı ve fakihi Buharalı Ebu Nasr Muhammed'in bütün Müslümanların İslam'ın zaferi için dua ettikleri cuma günü öğle vaktinde düşmana saldırması tavsiyesine uyarak ordusuyla birlikte cuma namazını kıldıktan sonra, “Ölürsem kefenim olsun." dediği beyaz bir elbiseyle askerin karşısına çıkmış ve şöyle demiştir:

“Ben, Müslümanların camilerde bizim için dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşmiş olur, yenilirsek şehid olarak cennete gideriz. Bugün burada ne emreden bir sultan ne de emir alan bir asker var; ben de içinizden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım; benimle gelmek isteyenler peşime düşsünler, istemeyenler serbestçe geri dönebilirler.”(Ali Sevim, “Malazgirt Muharebesi”, TDV İslam Ansiklopedisi.)

Bu savaşın mühim bir yönü de çok iyi bilindiği üzere, Bizans ordusundaki Türk unsurun (Oğuzlar ve Peçenekler) komutanları ile birlikte aynı dili konuştukları soydaşlarının yanına geçmeleridir. Bunun da önemli bir faktör olduğu açıktır. Bu olay, sadece savaşın kazanılması bakımından değil o dönemde var olan Türklük bilincini göstermesi bakımından da dikkat çekicidir.

Malazgirt Savaşı, hiç şüphe yok ki, sadece Türk tarihinin değil, İslam tarihi ve dünya tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturur. Bu zafer sonunda, Doğu Roma (Bizans) askerî gücünü büyük ölçüde kaybettiğinden Türk ilerlemesi karşısında direnememiş; Türkler, çok kısa bir sürede Ege sahillerine ulaşmıştır. Selçukluların bir kolu Kutalmış oğlu Süleyman Şah liderliğinde İznik merkezli Türkiye Selçuklu Devleti’ni kurarken Büyük Selçuklu komutanları tarafından Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Saltuklu, Mengücüklü, Dânişmendli, Dilmaçoğulları, Ahlatşahlar, Yinaloğulları, Çubukoğulları ve Artuklu devletleri kurulmuştur.

XI. yüzyıl sonlarında başlayan Haçlı Seferleri neticesinde İznik ve çevresi de dâhil Batı Anadolu toprakları, Antakya, Urfa, Kudüs çevreleri bir süreliğine elden çıkmış olsa da bugünkü Suriye’nin önemli bir kısmı, Irak ve Anadolu’da Türk devlet, beylik ve atabeylikleri kök salmıştır. Öyle ki, Haçlılara ait kayıtlarda artık takriben bugünkü Güneydoğu Anadolu’dan Turcomania (Türkmenili), Anadolu’dan da Türkiye olarak bahsedilmekteydi. Türkiye Selçuklularının XIII. yüzyıl başlarında Karadeniz ve Akdeniz’e uzanan hâkimiyetleri, Alaeddin Keykubad döneminde âdeta altın çağ yaşamalarına varmışsa da Moğol istilası sonucunda Anadolu giderek artan bir şekilde Moğol nüfuzu ve hâkimiyetine girmiştir. Ancak Moğol istilası önünden ve sırasında meydana gelen ikinci büyük göç dalgasıyla Anadolu’nun Türk ve Müslüman kimliği giderek daha hâkim hâle gelmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan beyliklerin Anadolu’da Türkçenin resmi dil hâline gelmesinin de açıkça gösterdiği üzere Türk kültürünün yayılması ve hâkim konuma gelmesinde çok önemli etki ve katkıları olmuştur. Camileri, medreseleri, tekke ve zaviyeleri, han ve kervansarayları ile bu topraklara Türk-İslâm mührünü vuranlar hem Türklerin kadim geleneklerinden hem de benimsedikleri İslam anlayışından kaynaklanan dinî müsamahaları ile burada yaşayan gayrimüslimler için de 8-9 asır sürecek bir “Pax-Turcica”nın temellerini atmışlardır.

Dolayısıyla, bazı çevrelerin Türklerin Anadolu topraklarına daha önce de gelmesine dayanarak Malazgirt Zaferi’ni âdeta önemsizleştirmeleri, tarihî gerçeklikle bağdaşmayan bir yaklaşımdır. Hareketli bir yapıya sahip olan Türk kavimleri, proto-Türk olarak adlandırılabilecek kavimler Anadolu’ya olduğu gibi başka yerlere de gitmişler ve izlerini bırakmışlardır. Ancak şurası tartışılmaz bir gerçektir ki, Çağrı ve Tuğrul Beyler ile başlayan Sultan Alp Arslan’ın Malazgirt Zaferi akabinde Kutalmış oğlu Süleyman Şah önderliğindeki Türkiye Selçukluları, Artuklular, Danişmendliler, Mengücekliler gibi devlet ve beyliklerle perçinlenen süreç; tarihin akışını değiştirmek, Anadolu’yu bir Müslüman Türk yurdu hâline getirmek ve buradan Rumeli’ye, İstanbul’un fethine, Viyana kapılarına uzanan sürece zemin teşkil etmek bakımından son derecede mühimdir. Haçlı Seferleriyle durdurulmak istenen bu tarihî akış, ancak 1683 Viyana Bozgunu ile tersine döndürülebilmiştir. Birinci Cihan Savaşı ve sonrasında Türkleri geldikleri yere göndermeye kararlı Batılı emperyalistlere karşı Türk milleti, bu defa bir başka büyük komutan ve devlet adamı önderliğinde, bu toprakların ebediyen Türk yurdu olduğunu göstermiştir. Bu vesileyle Sultan Alp Arslan ve ordusundan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman askerlerine bu vatanı kanları, canları pahasına bize bırakan ecdadı rahmet ve minnetle anıyoruz.